GÖÇEBE İLE BİR AKDENİZ MASALI
Bu gemi turu beni en çok uğraştıran ve en fazla emek verdiğim turların arasında yerini çoktan aldı. Geçen yılın haziran ayında Barcelona’dan başlayan Akdeniz turunun hemen ardından hazırlıklara başlamıştım. Bu turun rotasında özellikle Atina ve İstanbul’un olması tura olan ilgiyi daha da artırdı ve 54 kişilik bir grup oluştu. Gidiş ve dönüş yolculuklarının otobüs ile olacak olmasından dolayı kafamda birçok soru işaretleri var. Çünkü İtalya’nın en kuzeyindeki liman olan Triest şehrine kadar olan 1000 km.’nin üzerinde mesafesi olan bu yolculuk esnasında önümüze çıkabilecek olası şansızlıkları da göz önüne almam gerekiyor. Aslında uçakla gitme planı ilk sıradaydı. Ancak direk uçuş olmadığı için aktarmalı uçmak gerekiyor, bu da en azından 8 saatlik bir zamanı gerektiriyordu. Yük hakkının da sadece 20 kilo olduğunu düşündüğümde, otobüs ile seyahat etme fikri daha ağır bastı.
Günler geçtikçe ve zaman yaklaştıkça grubun heyecanı da artmaya başladı. Organizenin aksaksız olması için tüm imkanlarımı kullanarak çalışıyorum. Gruba tüm bilgileri atıyorum ama yine de özelden birçok mesaj ve gereksiz sorular geliyor, mesajlarımın okunmadığı veya dinlenmediği belli. Ama her şeye rağmen sakinlik ile hepsini cevaplamaya herkese özel bilgi vermeye çalışıyorum.
28 Mayıs günü, yani, yola çıkmamıza 1 gün kala, Atina’da yapacağımız tur hala açıklığa kavuşmadı. Kafam allak bullak, kimseye bir şey demiyorum. Sorun, Atina’da 55 kişilik otobüs bulamıyoruz. Grubu bölmek istemiyorum. Öğleden sonra Münih’teki ofisi aradım ve başka çare kalmadığını, 2 otobüs yapmalarını söyledim. Belki de grup için daha iyi olacaktı. Çünkü kalabalık yerlerde 53 kişilik bir grup ile hareket kabiliyetiniz sınırlı olabiliyor.
Gruptan bir kişi fire verdik. Berlin’den gelen misafirlerimizden birinin annesi birkaç gün önce ani vefat ettiği için iptal etmek zorunda kaldı.
Bugün 29 Mayıs Çarşamba. Saat 19’da yola çıkacağız. Her şey hazır ancak, Berlin’den gelecek 3 kişi kafamı sürekli meşgul ediyor. Çünkü otobüs ile gelecekler. Plana göre saat 18:30’da Giessen’de olacaklar ama, ya yolda bir terslik olursa… O zaman her şey, tüm plan aksayacaktı. Kendilerini sürekli takipte kaldım. Neyse ki zamanında geldiler. Otobüsümüz saat 18:30’da parka yanaştı ve valizleri yüklemeye başladık. 10 günlük bir tur olduğu için herkes en büyük valizini getirmiş, hatta bazıları 2 valiz almış. Kaptanı daha itinalı yerleştirmesi için uyardım ama, kendisinden gayet emin olarak hiç sorun olmayacağını söyledi. Ben de işine karışmak istemedim.
Saat 19:45’te Butzbach’a geldik. Buradan 12 kişi aldık ve bagajlar tıka basa doldu. Oysa Tauberbischofsheim kasabasından katılan 11 kişi daha binecek. Tam bir Türk zihniyeti ile göç yolda dizilir misali, nasılsa hallederiz diyerek yola koyulduk. Würzburg’a 10 km mesafedeki Kiest isminde bir otopark ’ta bekleyen misafirlerimizi de aldık. Yer olarak müsait olmadığı için valizleri öylesine otobüsün koridoruna atarak bir sonraki mola yerine kadar devam ettik. Würzburg çıkışındaki, bir mola yerinde akşam yemeği için durduk. Grubumuzdan Mehmet Gündüz 70 tane lahmacun yaptırmış. Ben de dürüm lük Çiğköfte hazırlamıştım. Güzel bir yemek yedik. Grup tekrar kendine gedi. Bu arada valizler bir şekilde bagaja yerleştirilmiş. Saat 23’te tekrar yola koyulduk. Biraz müzik dinledik, Michel ile birlikte birkaç eser okuduk. Derken millet uykuya daldı. Zaman zaman kısa horultular kulağıma ilişiyor. Kaptanlardan biri de altta uyku kabininde uyuduğu için ben gözümü hiç yummadım. Ne kadar da olsa kaptan da insan, Allah korusun saniyelik bir uyuklaması tüm grubun canına mal olabilir. Neyse ki Michel geldi kaptanın yanına oturdu. 1 saatten fazla sohbet etti. Bu arada güzel yol aldık. Saat 03’te Avusturya’nın Salzburg şehrine ulaştığımızda yolun yarısından fazlasını geride bırakmıştık. İhtiyaç molasından sonra tekrar devam ettik. Yorgunluk o kadar bastırdı ki gözümü açık tutmakta zorlanıyorum. Zaman zaman yazmaya çalışıyorum ama kendimi veremiyorum.
….Avusturya’da yol alıyoruz. Şafak aydınlanmaya başlayınca önümüzde Alp dağları da yavaştan tüm ihtişamı ile kendini göstermeye başladı. Tepeleri bembeyaz kar.
Çok yorgun, ama çok da mutluyum. Bu büyük grubu sağlıklı ve mutlu bir şekilde gemiye yerleştirmek başarılı bir organizenin en önemli basamağı benim için.
Avusturya’dan İtalya’ya girdikten sonra ilk mola yerinde durduk. Tam dağların dibindeyiz ve saat 06. Bazı bayanlardan maydanoz ve dereotu karışımlı beyaz peynir istemiştim. Mine Sarıkaya da herkese büyükçe boy birer tane Lavaş ekmeği yapmıştı. Masayı açarak herkese birer dürüm hazırladık, kahve ile birlikte kahvaltımızı yaptık. Tekrar yola koyulduk. Triest şehrine 55 km. var. Berlin’den uçak ile bir önceki akşam gelen Barış aradı, kendisine 9:30’da limanda olmasını söyledim. Oysa az sonra gireceğimiz trafik sıkışıklığından haberim yoktu. Biraz gecikmeli olarak saat 10:10’da limana girdik. Gemi şirketinin organizesi her zaman olduğu gibi mükemmel. Otobüsü parka yönlendirdiler. Valizleri hemen teslim ederek Check in işlemlerini yaptık. Geminin girişine geldiğimde grubun çoğu orada, ancak 15 kişi kadar gemiye girmişler. Çok öfkelendim. Üzerine basarak birlikte girmemizi söylememe rağmen dikkate alınmamıştı. Oysa saat 12’de bilgilendirme brifingi verecektik. 7. Kata çıktık. Neyse gruptan ayrılanlar da geldi. Gerekli tüm bilgileri kendilerine verdim. İlk defa gemi turuna katılan birkaç kişinin ortamı görünce panik havasına girdiklerini hareketlerinden fark ettim. İsteyenler ile birlikte gemide bir gezinti yaptık ve önemli bölümleri gösterdim. Hatta panik yapan birkaç kişiyi kabinlerine kadar götürüp her şeyi gösterdim, bir nebze rahatladılar. Daha sonra 14. Katta bulunan büyük açık büfe restorana gidip yemek yedik.
MSC Splendida gemisi daha önce gezdiğimiz yeni model gemilere nazaran daha eski ancak ortam olarak çok güzel bir gemi. Özellikle 6 ve 7. Katlardaki canlı müzik yapan barlar ve kafeteryalar yolcuların çok güzel vakit geçirebilmelerini sağlıyor.
Giriş günü olduğu için Resepsiyonda yoğunluk var. Her zaman olduğu gibi misafirlerin bazı sorunları ile ilgilenmek üzere sırada bekledim ancak güvenlik tatbikatı için zaman geldiğinden tekrar kabine gittim. Daha sonra tekrar 6. Kata inip tur boyunca yapacağımız ekstra geziler için bir görüşme yaptım ve kartlarımızın bir gün önceden toplu olarak bana teslim edilmesi talimatını verdim.
Saat 18:30’da akşam yemeği için restorana geçtik. İlk gün olduğu için her zaman ki küçük karmaşalar yine yaşandı. Çünkü rezervasyon yapıldığında gruba ayrılan masalara masa numarasına göre misafirler yerleştiriliyor. Doğal olarak herkes tanıdığı kişilerin masasında oturmak istediğinden karmaşa oluyor. Oysa farklı kişilerin maslarına oturmak, onlarla da tanışıp sohbet etmek çok güzel bir fırsat ama bunu anlatmak zor. Sonunda herkes oturdu. Akşam yemeği garsonlar tarafından sipariş üzerine getirildiği için biraz sürüyor ama yemeği yavaş yemek için büyük fırsat. Yemekten sonra herkes kafasına göre bir yerlere dağıldı.
Biz de Mehmet ve Hidayet abi ile birlikte Puro içmek için sigara içilen bir Bar’a gittik. Saat 22’ye kadar oturdum. Gözlerim kendiliğinden kapanacak gibi, çok yorgunum. Müsaade isteyerek ayrıldım.
Gemi hafif sallanıyor ve bu küçük sallantılar uykumu daha da çok getiriyor. Gözümü açtığımda saat 05’ti. Fazla değil ama çok kaliteli bir uyku çekmişim. Biraz daha yatakta uzandıktan sonra kalktım ve 14. Kattaki spor salonuna gittim. Konumu harika. Geminin tam uç noktasında. 45 dakika koşup biraz da ağırlık çalıştım. Duşumu alıp resepsiyon yoğunlaşmadan 5. Kata indim. Grubumuzdaki 13 aylık Elif için bebek yatağı, rezervasyon yaparken söylememe rağmen unutulmuştu. Bir kişinin de valizi 1 gün önce yağmurda kaldığı için eşyaları ıslanmış ve leke olmuştu. Bu sorunları hallettim. Bebek yatağının kabine gideceğini söylediler. Islanan valizin içindeki eşyaları da ücretsiz temizleteceklerinin sözünü verdiler.
Gönül rahatlığı içinde 14. Kata çıkarak kahvaltı yaptım. Saat 10:30. Restoran çok kalabalık ancak büfelerdeki yiyeceklere sürekli takviye yapılıyor. Çeşit bol. Sadece oturacak yer bulmada biraz zorlanıyorsunuz.
Bilgisayarımı alarak 6. Kattaki bir kafeye indim, kahve söyleyip cam kenarına oturdum. Gemi Adriyatik denizinde güneye doğru tam yol ilerliyor. Yardığı sulardan fışkıran köpükler hızlı bir şekilde etrafa dağılıyor. Hava bulutlu ama yağış yok. Saat 12:30’da kabinime giderek bilgisayarımı bıraktım ve bir şeyler yemek için Restorana gittim. Gemi karaya çıkmadığı için doğal olarak aşırı bir kalabalık var. Kendime bir tabak salata hazırladım ve taze pizza yapılan fırının önüne uğradım. En çok hoşuma giden ve 3 çeşit peynir kullanılan bir pizza. Ama bugün nedense domuz salamı koymuşlar üzerine. Siyah un kullanılarak yapılan pizzadan alarak yemeğimi yedim. Daha sonra odama giderek biraz uzandım.
Bugün gemide gala gecesi, yani herkes en şık kıyafetini giyecek ve 5 katta resepsiyonun iki tarafından yukarı katlara uzanan Sawarovski taşlarından yapılmış merdivenlerin üzerinde hatıra fotoğrafları çekilecek. Sabahtan grubumuza yazmış ve bu durumu hatırlatmış, saat 17:30’da buluşacağımızı söylemiştim. Tabi gruptan bazı misafirlerde internet paketi olmadığını hesaba katmadım. Allahtan diğer arkadaşları tarafından uyarılmışlar. Çok güzel fotoğraflar çekildi. Etrafta sürekli gemi çalışanları tarafından rengarenk kokteyl içecekleri dağıtılıyor.
Daha sonra akşam yemeği için restorana geçtik. Siparişler alındı. Ben deniz ürünlerinden oluşan bir meze tabağı, ana yemek olarak portakallı ördek ve tatlı olarak bir peynir tabağı söyledim. Tatlı yerine peynir tabağı bizim Türk kültürüne uygun düşmese de Akdeniz ülkelerinde kullanılıyor ve üzüm ile birlikte sevis ediliyor, bana göre hiç de fena değil. Meze tabağımı yedikten sonra resepsiyona inip ertesi gün yapacağımız turun biletlerini grup için aldım. Yukarıya gelip her masaya buluşma saatini ve noktasını anlattım. Yemekten sonra bir çoğumuz Tiyatroya gittik. Bu akşam gemide çalışan tüm menajerler ve gemi kaptanı kendini tanıtıyor. Ardından bir sihirbaz sahne aldı. Televizyondan çok defa sihirbazların gösterilerini seyrettim. Ancak hep göz boyama derdim. İlk defa canlı olarak bir profesyonel sihirbazı seyrettim. Ve gerçekten şok oldum. Gözümün önünde nasıl böyle bir şey olabilirdi. İnsan aklının alacağı gibi değil.
1.6.2024 / Cumartesi
Uyandığımda saat 05:30’du. Hemen Balkon perdesini aralayıp dışarıya baktım. Gemi hızını hafifletmiş, kıyıya yaklaşmak üzere. Motorlar yavaş çalışıyor ve sadece bir su fışırtısı geliyor. Havada bulut namına bir şey kalmamış. Hemen üzerimi giymeye başladım, aynı anda eşime de seslenip benim ile birlikte gün doğumunu seyretmek isteyip istemediğini sordum, tamam dedi. 15. Kata çıktık. Akdeniz’de gündoğumu hakikaten çok farklı. Güneş çok daha parlak ve deniz ayrı bir güzel. Her gemi turunda gün doğumunu neredeyse her gün hiç kaçırmam ama Akdeniz’deki gün doğumu çok farklı. Restorana inip 2 kahve getirdim. Eşim ile birlikte içip etrafı seyrettik, güzel çekimler yaptık.
Saat 07:45’te herkes kahvaltısını yapmış olarak 6. kattaki tiyatroda toplandık. Nurşen pasaportunu unutmuş, son anda fark etti ve tekrar odasına gönderdik. Herkes otobüste yerini aldı. 10 Dakika gecikmeli olarak hareket ettik.
Katakolon, Yunanistan’ın Batı tarafında, Adriyatik denizinde bir Liman. Bugünkü turumuzun en önemli durağı Olympia. Yunanistan’nın Elis bölgesinde, Pirgos şehri sınırlarında bulunan Oliympia, dünya tarihinde olimpiyatların ilk defa yapılmaya başladığı yer olması sebebiyle çok önemli ve dünyanın her tarafından turist çeken bir nokta. Rehberimiz Barbara bir Yunanlı bayan. Almancası iyi ve anlaşılır derecede akıcı. Bir rehber olarak çok iyi. Güzel anlatımlar yaparak turumuzu tamamladık. Gemiye girişimiz tahmin ettiğimden hızlı oldu. Pasaport kontrolü falan yapılmadı. Girer girmez ilk olarak restorana çıktım. Bizim gruptan birçoğu da gelmiş ve yemeklerini almışlardı bile. Yemekten sonra plaj havlumu alarak Jakuzilerin olduğu 15. kata çıktım. Kendimi kremleyip güneşin altına uzandım. Daha sonra Mehmet ve Hidayet abi seslendiler, kendileri bir üst katta uzanmışlardı, onların yanına çıktım. Jakuzilerin suları nereden baksan 30 derece var, oldukça sıcak. Bir ara yatarken içim geçmiş, üşüdüğümü fark ettim, çünkü gemi hareket etmişti. Ne kadar güneşli hava olsa da güverte oldukça rüzgârlı oluyor.
Bugün akşam yemeğinde grubun yarısı yok. Muhtemelen öğlen yemeğini geç yedikleri için. Akşam yemeğine katılanlara Kuşadası’na çıktığımızda tekne ile koylara gidip denize girme konusunda fikir danıştım. Yemekte olanların hepsi onay verince Kuşadası’nda birkaç tekneci ile irtibata geçtim. Saat 22 olduğunda göz kapaklarım kapanmaya başladı. Yatmak için kabinime indim.
2.6.2024 / Pazar
Uyandığımda saat 05:45’ti. Güneş 06:15 gibi doğacak. Bugün spor günüm olduğu için spor kıyafetimi de giyerek güverteye çıktım. Karşıda karaya doğru bakan bir adam duruyor. Aslında her gün güneş doğumunu seyreden birkaç Çinli olurdu. Bu sabah sadece tek bir kişi var. Yaklaştım baktım bizim Hidayet abi. Etraf sessiz, gemi duruyor denilecek kadar yavaş ilerliyor. Belli ki limandan gelip kendisine refakat edecek olan kılavuz kaptanı bekliyor. Güneş 1 metre kadar yükseldi. Girdiğimiz liman Atina’nın hemen yanı başında ve Yunanistan’ın en eski limanlarından Piräus limanı. Etraftaki yapıları seyretmeye daldım. Hiçbir evde çatı yok, aynen Türkiye. Çatıların üzerinde su depoları, güneş enerjisi sistemleri, dış duvarlarda asılmış yüzlerce klima motoru, havada asılı sayısız kablo vs. vs. son derece çirkin bir görüntü var. Kendi kendime düşündüm. Zihniyet aynı. Her ne kadar Avrupa birliğinde olsanız da bazı şeyler değişmiyor. Akdeniz insanı der geçeriz ama öyle değil aslında. Mesela İtalya ve İspanya’da yapılanma Türkiye ve Yunanistan’dan çok farklı. Evler çatılı, yeşillik nispeten korunmuş ve özellikle tarihi kasabalardaki yapılara baktıkça bakası geliyor insanın.
Spor stüdyosuna geçtim. Her zaman olduğu ağırlık çalışmadan önce 45 dakika koşmak için koşu bandına çıktım. Yan tarafta ağırlık çalışan bir adam son derece sinir bozucu. Eline 2 tane 10’ar kiloluk ağırlık almış, onları kaldırırken dana gibi bağırıyor, gören sanki 150 kilo yük kaldırıyor sanır. Spordan sonra kabinime gidip duşumu aldım ve çabucak bir şeyler atıştırmak üzere kahvaltı salonuna çıktım. Eşim her zamanki gibi geminin en arka tarafında güzel bir yere oturmuştu. Kahvaltı yapıp çıkış için 6. kata tiyatroya geldim. Biletleri dağıttım çıkış saati geldi. Mehmet Ali abi hala yok. Eşi Fahriye Hanım çok tedirgin onu bekliyor. Grubumuzun sırası gelince Fahriye Hanım ben odaya çıkıyorum deyip telaşla yürüdü. Dışarıya çıktık. Mehmet Ali abiyi aradım, telefona çıktı. Gayet rahat bir şekilde dışarıda olduğunu söyledi. Çok kızdım, hafiften fırçaladım. O esnada eşi de gemiden çıktı ama barut fıçısı gibi. Sakin olmasını ve tartışmamasını rica ettim.
Limandan hareket ettik. Rehberimiz Helena yine yaşlı, tipik bir Yunanlı bayan. Ama çok iyi bir insan. Güzel de anlatım yapıyor. Yol boyunca anlatımlar yaparken Osmanlı’dan da söz etti. Hatta Atina’ya doğru geçtiğimiz bir yat limanının isminin paşa limanı olduğunu anlattı. Gerçekten dikkat ettim, hem bir gün önceki rehberimiz Barbara, hem de bugün Elena, Türklerden söz ederken hiç düşman bir tavır takınmadan gayet profesyonel şekilde anlatımlarını yapıyorlar. Oysa geçen yıl Malta adasındaki Malta’lı rehber bayan sürekli Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılan Malta kuşatmasına değinmiş ve gruptakileri tahrik edici anlatımlar yapmaya çalışmıştı.
Atina’da en önemli yer olan Akrapolis’e çıktık. Hayatımda görmek istediğim yerler arasında ilk sıralardaydı. Gerçekten de görülmeye değer bir yer. Tüm Atina’ya hâkim bir tepede, 2500 yıl önce yapılmış muhteşem bir antik kent. Her gelen bir şeyler alıp götürmüş, sayısız tahribat geçirmiş ama ona rağmen ihtişamını koruyor. Bunca yapının devasa mermer taşlarını bu tepeye nasıl taşımıştı insanoğlu. Acaba ilk yapıldığı yıllarda orijinal hali ile nasıl bir görüntü vardı. Bunları düşündükçe insanın beyni almıyor. Sayısız fotoğraf çektik. Site alanı muazzam şekilde kalabalık. Daha sonra Atina’ya merkeze doğru otobüs ile hareket ettik. Yunan parlamentosunun önünden geçerken Kaptan ışığa yetişmek için hızlı hareket edince Elena ile sert bir kavga ettiler, yüksek sesle birbirlerine bağırıştılar. Avrupalılar ile olan kültür farkını hemen bu olayda da görmek mümkün.
Şehir merkezinde serbest zaman verdik, herkes kafasına göre takıldı. Biz de eşimle dolaşıp küçük birkaç alışveriş yaptık. Sonra bir Kafe’ye geldik. Mehmet ve oğlu Fatih bir masada oturmuşlar. Biz de bir masaya oturduk. Ardından Nurşen geldi, hep birlikte bir masada birleştik. Garson tipik bir Yunan, siparişi aldı ama bir dövmediği kadı. Nurşen bir Tatlı ısmarladı. Altta sıcak irmik helvası, üstünde kızarmış kadayıf ve en üstte de dondurma. Çok hoş ve hafif bir tatlı.
Saat 14’e doğru gemiye geldik. Türk pasaportu olanları kontrol için ayrı bir bölüme gönderdiler. Ben yukarı çıktım ama içim rahat değil, birkaç kişiyi telefonla arayıp bilgi aldım. Sonunda herkes gemiye girdi. Öğleden sonra birçoğu geminin güvertesinde güneşlendi. Akşam yemeğinden sonra 15. Katta gün batımını seyrettik, güzel fotoğraflar çekildi. Mehmet müzik boksumuzu kabininden getirmiş Orhan Gencebay’ın akşam güneşini çalarak yanımıza geldi. Grup daha sonra oyun havaları ile coştu, çok güzel eğlendiler. Herkes mutlu, gün geçtikçe gezi daha güzel oluyor.
3.6.2024 /Pazartesi
Kuşadası’nda geminin yanaştığı liman girdiğimiz diğer limanlardan farklı. Gemi çok daha kolay yanaşabiliyor. Birçok limanda yanaşma işlemi 30 dakika alabiliyor. Kuşadası’nda hiç yan motorları çalıştırmaya gerek kalmadan kolayca yanaşabiliyor. Dolayısı ile uyanıp balkona çıktığımda neredeyse gemi motorları istop etmişti. Hemen güverteye çıktım. Güneş tepelerin üzerinde doğmuş çarşaf gibi denizin üzerini kızıl bir renge bürümüştü. Güvertenin karşı tarafında Hidayet Sarıkaya ve Mehmet Gündüz hem etrafı seyrediyor hem de sohbet ediyorlardı. Yanlarına gittim, Kahve’yi nasıl içmek istediklerini sordum. Mehmet istemedi. Restorana inip 2 kahve getirdim. Karşı tepede Kuşadası yazan levha ve Liman terminalinin önündeki art arda dikilmiş 3 direkte sallanan ay yıldızlı bayraklar Türkiye’de olduğunuzu ister istemez sizlere hatırlatıyordu.
Kabinime gidip hazırlandım ve eşimle birlikte kahvaltıya çıktık. Hızlıca bir şeyler atıştırıp resepsiyon katına indim. Atina’da toplanan Türk pasaportları bu sabah saat 08:30’a kadar 8. Katta dağıtılacak diye kabinlere Türkçe yazı bırakmışlardı. Ama bazıları bilgilendirmeleri okumadığı için dikkat etmemiz gerekiyordu. Herkes pasaportunu almış, sadece 2 kişi piyasada yoktu. Defalarca aradık ama ulaşamıyoruz. Görevliler saat 9’a kadar gelmemeleri hâlinde dışarı çıkamayacaklarını söylüyorlar. Çıkamasalar kendi sorunları ama suç kendilerinin de olsa mutsuz olmalarını istemiyorum. Son anda gelip yetiştiler. Saat 9:45’te çıkıp terminalin önünde buluştuk ve sağ tarafa güvercin adasındaki küçük iskeleye doğru yürüdük. İskeleye bağlı olan gezi tekneleri arasında Matador isimli tekneye girdik. Korsan teknelerini andıran güzel bir tekne.
Saat 10’da hareket ettik. Deniz bugün çok güzel. Turkuaz renkli sulardan ilerleyerek güzel bir koya geldik. İlk denize atlayan ben oldum. Deniz ne soğuk ne de ılık, aslında tam yüzülecek derecede. Bazıları hemen arkamdan atlarken bazılarının girebilmesi yarım saat sürdü. Tekne çalışanları yanlarındaki küçük sürat teknesi ile 6’şar kişi olmak sureti ile misafirlere küçük turlar yaptırdılar. Kişi başı 250 TL. aslında 5 dakika için yüksek bir ücret ama herkes memnun. Saat 12’de hareket ederek limana yakın başka bir koya geldik. Buradan da denize girdik. Biz yüzerken tam karşımızda Cruise gemimiz duruyor. Sanırım gemideki en şanslı insanlar biziz. Gemiyi seyrederek tertemiz sularda yüzüyoruz. Saat 14’te gemiye tekrar giriş yaptık. Öğle yemeğinde kendime güzel bir salata hazırladım. 2 parça da pizza aldım.
Bu akşam gemide kıyafet tarzı beyaz. Değişik barlarda ve özellikle güvertede havuz başında bulunan barda çok farklı eğlencelerin yapıldığı bir gün. Akşam yemeğinde yine az kişi var. Muhtemelen öğle yemeğini geç yedikleri için gelmediler. Masamıza bakan garson kızlardan birinin yarın gemiden ayrılacağını öğrendim. Çabucak kabine gidip yanımda getirdiğim çikolatalardan bir paket getirip bir miktar bahşiş ile kendisine verdim. Sarıldı ve teşekkür etti. Çok mutlu oldu.
6. kata merdivenlerin yanına gittiğimde herkes bembeyaz kıyafetler ile fotoğraf çekme çabasında eşim ise tüm gayreti ile bizim grubu merdivenlere dizmeye çalışıyordu. Zor bir iş. İnsanlar bazen çok tuhaf. Gel dersin gelmez, yokken çekersin alınır ve gönül koyar. Fotoğraftan sonra 15. kata çıktık ancak çok rüzgârlı, Çeşme açıklarındayız. Aşağıya 6. kata indim, baktım gençlerden kızım Kübra ve Seda oturuyor, ben de yanlarına oturdum. Barda Özge diye genç bir bayan çalışıyor. Masamıza değişik çerezler getirdi. Çekirdeği alınmış yeşil zeytinin tadı muhteşem. Derken başkaları da geldi ve masamız doldu taştı. Bu arada pasaportların sabah 10:30’da terminalde çıkışta dağıtılacağını öğrendim. Çünkü bugün Türk pasaportlarını yine toplamışlardı. Çok saçma bir durum, bir türlü anlam veremedim. Gemide her milletten insan var pasaportları kontrol edilmezken kendi ülkesinin vatandaşına neden bunu yapıyor. Mantık almıyor ama bir sebebi olmalı diye düşünüyorum. Elbet sebebini öğreneceğim. Eşim yukarıda parti olduğunu ve gitmek isteyip istemediğimi sordu. Ben kabine gideceğimi söyledim. Bilgisayara oturup biraz çalıştıktan sonra yattım.
4.6.2024 / Salı
Çanakkale boğazından geçerken uyanık olup güverteye çıkıp seyretmek bu turda en çok istediklerim arasındaydı. Ancak gözümü açtığımda saat 06:15’ti hemen balkona fırladım. Güneş yeni doğmuş, ancak ufuk hafif sisli olduğu için tam olarak ışıltılı değildi. Marmara denizinde İstanbul boğazına doğru yol alıyorduk. Spor ayakkabılarımı giyip spor salonuna çıktım ve koşu bandında koşmaya başladım. 45 dakikayı tamamladım. Ağırlık aletleri dolu olduğu için sadece karın kaslarını çalıştırıp kabine geldim. Kahvaltıya gitmeden tekrar güverteye çıktım. Güverte hiçbir limanda olmadığı kadar insanlarla doluydu. Gemimiz tam Topkapı sarayı açıklarından Haliç’e doğru hızını kesmiş olarak yaklaşıyor, tarihi yarımada tüm ihtişamı ile bakanları adeta büyülüyordu. Hava sanki bizi karşılarcasına pırıl pırıl. Aslında İstanbul, sabahları genel olarak sisli olur. Ayasofya tüm ihtişamı ile karşımızda duruyor. Sağ çaprazımızda sık binaların arasından yükselen Galata kulesi yüzyıllara adeta meydan okuyor. Beton yığını haline gelmiş olan bu mega şehirde yemyeşil ağaçlıkların arasında yükselen Topkapı sarayının kulelerine baktım ve gözümü kısa süreliğine kapatıp 1453’lere gittim. Kim bilir Fatih Sultan Mehmed’in kuşatıp aldığı yıllarda nasıl güzel bir yerdi İstanbul. Tatbikî hala daha güzel ama hiç hasar görmemiş, tamamen surlarla çevrili olan halini hayal ettim kafamda. O kadar güzel bir yere kurulmuş ki, her ne kadar geçen yüzyıllar çok şeyleri alıp götürmüş olsa da dünyanın en güzel şehirleri arasına girmeyi tartışmasız hak ediyor.
Galataport’un önüne geldik. Motorlar istop etti. Biz de kahvaltımızı yaptık ve 6. kata indik. Gemiden sürekli anons yapılıyor ve Türk makamlarından onay beklediklerini, gelince hemen kapıların açılacağını söylüyorlar. Saat 10:15 gibi kaplar açıldı. Biz zaten grup üyelerine saat 11’de dışarıda buluşacağımızı söylemiştik. Saat 11:10’da tam olarak toplanıp hareket ettik. Hava en az 30 derece sıcak. Tophane istikametine yürüyüp Taksime doğru tırmanışa geçtik. İnşaat olduğu için yol kapanmış olduğundan tekrar geriye dönüp başka güzergahı kullandık. Grupta bazı yaşlı ve rahatsızlığı bulunanlar var. Ben en arkada kaldım. Bir müddet yürüdükten sonra 3 taksi çevirip yürüme zorluğu çekenleri bindirip gönderdik. Ben de gruba yetiştim. Zorlu bir yürüyüş sonrası Taksimde buluştuk. Grubu toplayıp saat 14’te buluşmak üzere serbest bıraktık, istikamet Galata Kulesi. Ben de eşim ile birlikte İstiklal Caddesinde yürümeye başladık. Küçük seyyar bir Maraş dondurmacısı gördük. Bir çocuk dondurmaları veriyor, büyük kardeşi olduğunu sandığım diğeri de paraları alıyor. Her ikisi de dikkat çekmek için yöresel kıyafet giymişler. Eşim bir fotoğraf çektirmek istedi. Maraş dondurmasını sevmemesine rağmen birer top alalım dedik. 2 küçük külah dondurma 400 TL, yani 12€ civarı. Yürümeye devam ettik, eşim zaman zaman kıyafet satan yerlere giriyor ben de etrafı seyrediyorum. Gemide çalışan Afrikalı bir kızcağız Baklava’yı çok sevdiğini söylemişti. Bir baklavacıya girdik. Yarı kilo Baklava aldık 19euro. 1990’lı yıllarda, ki o zamanlar Alman markı vardı. 19euro 38 mark para ederdi ve bu parayı Türk parsına çevirdiğinizde aynı baklavayı büyük tepsisi ile birlikte alabilirdiniz.
Galata Kulesine yaklaşırken Hidayet abi konum attı ve yanlarına gittim. Viyana isimli bir kafede oturdum. Bir kahve söyledim. Yan masada oturan, biri engelli 3 Alman genç kız da hesap istediler. Onlar da 3 kahve ve birer parça pasta için 70€ ödediler. Özet olarak aşırı yüksek fiyatlar ilk göze çarpan ve herkesin şikayetçi olduğu durum.
Grubun önemli kısmı ayrılmış olacak ki Galata kulesi önünde yaklaşık 20 kişi toplandık ve Haliç’e doğru yürüdük. Eminönü’nde 10 kişi kadar daha ayrıldı. Biz gelenlerle Gülhane parkı içinden Ayasofya önlerine çıkmaya karar verdik. O kadar defa İstanbul’a geldim ama hiç Gülhane parkına uğramamıştım. Görülmeye değer bir yer. Ayasofya avlusunun dibinden geçerek Alman çeşmesinin önüne geldik. Burada aldığımız karar ile önce Sultan Ahmet Köftecisinde köfte yiyelim dedik. Yemekten sonra bayanlardan 5 kişi gemiye dönmek istedi. Rehberimiz Bilge Hanım onları taksiye bindirmek için eşimle birlikte yanlarında gitti. Biz de diğer bayanlarla hemen aynı caddede bulunan Hafız Mustafa’nın bir şubesine girdik. Türkiye’nin en pahalı baklavacısı ama kalite o biçim.
Kendime bir Hünkâr tabağı söyledim. Yemişken tam olsun, hani gönül haddini bilsin derler ya. Tabakta 5 çeşit baklava var. Yanında kaymak ta söyledim. Bu mekânda çay da çok güzel. Hepsini yedim tabağın. Tabi köfteden sonra baklavayı da yiyince hararet bastı. Baklavanın yanında 2 çay 3 şişe de su içtim. Daha sonra Sultan Ahmet meydanına inerek verdiğimiz buluşma saatini beklemeye başladık. Saat 19’da toplandık ve Tramvay bileti alarak Galataport’a geldik. Gemiye girmeden önce biraz daha oturup bizi görmeye gelen birkaç arkadaş ile sohbet ettik.
Saat 23’te gemi düdük çalmaya başladı. Yukarıda güvertedeki Bar’da Türk müzikleri çalıyor. Bizim gruptakiler erik dalını oynuyorlar. Atmosfer muhteşem. Ben birkaç kişi ile geminin en arkasına gittim. Bu kadar kalabalık hiç görmemiştim. Adeta gemideki tüm misafirler İstanbul’dan ayrılma merasimini görmeye gelmiş. Galataport’ta gemiyi görmeye gelmiş olan birçok İstanbullu telefonların ışıkları ile el sallayıp bizi uğurluyor. Gemi dönmek için manevra yaptığında tüm İstanbul rengarenk ışıklar içerisinde karşımızda. Mehmet getirdiği Müzik cihazında Kibariye’den ‘’Ah İstanbul’’ şarkısını çalıyor. Tüylerimiz diken diken, unutulmayacak anılar….
05.06.2024 / Çarşamba
Çok geç yatmama rağmen saat 06’da uyandım. Her zaman olduğu gibi hemen balkona fırladım. Sanki Allah tam zamanında uyandırmıştı. Çanakkale 1915 köprüsünün altından geçiyorduk. Hazine bulmuş gibi mutlu oldum. Boğaz suları o kadar sakindi ki.. 6 tane Yunus gemiyi uzun süre takip ettiler.
Hemen giyinip güverteye çıktım. Birkaç kişiyi aradım ama Mehmet’ten başka kimse açmadı telefonu. Az sonra şafak yeri ağardı ve köprünün güney ayağının üzerinden güneş doğmaya başladı. Öyle bir kızıl renge büründü ki ufuk, ancak Afrika’da bu şekilde görülebilirdi. Kahvelerimizi aldık ve uzun bir süre boğazın iki yakasını seyrettik. İnanılmaz derecede güzel. Hiçbir yerleşim yok ve insanoğlunun girmediği doğa o kadar güzel ki. Saat 7’ye doğru Ecabat’a geldik. Karşı dağa yaslanmış Mehmetçik resmi ve ‘’dur yolcu’’ yazısının yanından geçerken İstiklal marşını okuyup saygı duruşunda bulunduk.
Çanakkale Şehitler abidesini geçip Ege denizine açılana kadar tüm Çanakkale savaşlarını kafamdan geçirdim. Nusret Mayın gemisinin mayınları döşediği ve Fransızların Bourbet zırhlısının çarparak battığı koy, kanın gövdeyi götürdüğü Kirte muharebelerinin yapıldığı alanlar, Ertuğrul koyu vs. vs. Bütün bu kafamda kazınmış yerleri böylesine devasa bir geminin güvertesinden sabahın bu saatinde izleyerek geçmek anlatılamaz bir duygu. Tam Ertuğrul tabyasının karşısında gemiye yanaşan bir hızlı tekne gemideki kılavuz kaptanı alarak uzaklaştı. Kılavuz kaptan gittikten sonra motorları hızlandıran gemimiz artık Ege denizine girmiş ve Çanakkale boğazı arkamızda kalmıştı.
Bugün karaya çıkmayacağımız için çok kişi geç uyandı. Bazıları sabah Çanakkale boğazından geçerken yaptığım sosyal medya paylaşımlarını görmüşler ve neler kaçırdıklarının farkına varmışlardı. Kahvaltıdan sonra biraz Bilgisayarımı açıp işlerimi yaptım, bir gün öncesinden aldığım kısa notları düzgün bir şekilde kaleme aldım. Havuz başına çıkıp saat 15’e kadar güneşlenip yanımıza gelen birkaç kişi ile sohbet ettik. Bu arada zaman zaman gemi bazı adaların yanlarından geçiyor ve bizler de hangi ada, Türk mü yoksa Yunan adası mı diye fikir yürütüyoruz. Sonra telefondan canlı konuma bakıp coğrafya bilgimizi ölçüyoruz. Akşam yemeğinden sonra 15. Kata çıktık. Güneş batmak üzere ve Yunanistan karasının en alt noktası olan Patra yarım adasının Güney kıyılarından geçiyoruz. O kadar huzur verici ki etrafı seyretmek bile mutlu olmak için yeterli. Güvertede duran herkesin yüz ifadesinden bu mutluluğu okumak mümkün. Mehmet müzik cihazını yine yüklenip gelmiş. Güneş batana kadar oynayıp eğlendiler. Ben onları bırakıp 6. kata geldim. Buradaki, Barda Özge isminde genç bir Türk bayan çalışıyor. Çok girişken ve cana yakın. Eşi Osman da aynı gemide Barmen olarak görevli. Bizimle çok güzel ilgileniyor. Biraz kendisiyle sohbet ettik. 5. katta resepsiyonun karşısındaki barda bir Türk gitarist güzel müzik yapıyor. Bizimkiler de oynayarak kendisine eşlik ediyor. Diğer misafirlerden de katılıp oynamaya çalışanlar var. Ben de indim ve onlara eşlik ettim. Daha sonra halay ile devam ettiler ve büyük bir halay zinciri oluştu. Altın sarısı merdivenlere yaslanmış birçok misafir bu halay zincirini seyrediyor, bazıları şaşkınlıklarını gizleyemiyordu. Bir müddet sonra ben odama gidip istirahate çekildim.
6 Haziran 24 /Perşembe
Sabah kalkar kalkmaz telefonuma bir göz attım. Oğlum Eyyüp gece mesaj atmış. Ben akşam gruba bilgi paylaşmış, gece saatlerin 1 saat geriye alınacağını söylemiştim. Oysa yanlış bakmışım. 6 haziranı 7 hazirana bağlayan gece alınacakmış, onun için beni uyarmışlar. Hemen gruba yeni bir mesaj atarak düzeltme yaptım, çünkü Korfu adasında tura çıkacağımız için bu yanlış bilgi planı bozabilirdi.
Giyinip Spor salonuna çıktım. Yanımdaki koşu bandında bir uzak doğulu bayan koşuyor ama sinirlerim tepeme çıkıyor. Çünkü koşmasını bilmediği için ayaklarını banda vurdukça tüm salon yankılanıyor. 45 dakikayı zar zor tamamladım ve duşumu alıp kahvaltıya çıktım. Bu arada gemi artık Ege denizini aşarak Adriyatik denizine doğru dönmüş, irili ufaklı adaların aralarından geçmekteyiz. Hava hafif bulutlu olduğu için şezlonglara fazla havlu bırakan yok. Ben sabahtan havlu ve çantamı her gün bıraktığım yere bırakmıştım. Kahvaltıdan sonra kabine gelip biraz çalıştım. 2025 yılında artarda 2 Fas turunun uçuş fiyatları belli olduğu için afişleri güncellemem gerekiyordu. Gruplara gerekli bilgilendirmeleri yaptıktan sonra havuzun yanına çıktım. Sabahki bulut tamamen dağılmış, güneş pırıl pırıl etrafa ışık saçıyordu. Saat 12:30’a kadar güneşlendik. Öğle yemeğinden sonra Korfu adası turumuzu yapmak üzere 6. Katta toplandık.
Gemiden çıkar çıkmaz adeta ateş gibi bir sıcaklık insanın yüzünü dağlıyor. Korfu çok sıcak, aynı zamanda bol yağmur alan, dolayısı ile nem oranının çok yüksek olduğu bir yer. Bize eşlik edecek olan rehber bayan aracın önünde bizleri bekliyor. 35-40 yaşlarında biri. Ancak rehberlerde alışık olmadığım şekilde ağzında büyük bir sakız var, kavga edercesine ha bre çiğniyor. Umarım insanlara anlatım yaparken de çiğnemez diye içimden geçirdim. Otobüse geçtik. Klimalar çalışıyor ama soğutmak için yeterli değil. Michel hemen mırıldanmaya başladı ve kaptana klimayı açmasını söyledi. Kaptan klimayı açarmış gibi birkaç düğme ile oynadı ama pek bir şey değişmedi. Kısa bir yolculuktan sonra Korfu’ya hâkim konumda olan bir kalenin yamacına tırmandık. Almanya’da otobüslerin kesinlikle girmeyecekleri dar yollardan geçtik. İnsan hayatına burada verilen değer de Türkiye veya Balkan ülkelerindekilerden farklı değil. Küçük bir park alanı ve kontrolsüzce gelen herkes, küçük ve büyük tüm araçlar park etmeye çabalıyor. Bir araç geri geri çıkarken hafiften de olsa bizden bir bayana çarptı ama oralı bile olmadı.
Aşağıya bakınca masmavi bir deniz ve ortasında minik bir ada duruyor. Adı fare adasıymış. Farelerin bol olduğundan değil, çok küçük olduğundan bu isim verilmiş. Sağ tarafa doğru bakınca Korfu’nun küçük havaalanı göze çarpıyor. Ne de olsa Yunanistan’ın en çok turist çeken adalarından. Burada verdiğimiz fotoğraf molası sonrası tekrar otobüse geçerek eski şehir merkezine geldik. Birkaç yerde anlatım yaptıktan sonra gruba serbest zaman verdik. Ben de eşim ile dolaşmaya başladım. Tarihi yapı çok iyi korunmuş. Sarı taştan yapılmış evler, dar sokaklar, dar sokakların arasında yükselen bir Kilise kulesi, üzerlerine vuran ikindi güneşi ile adeta ışık saçıyor. Esnaf mekân önünde gelen turistleri bekliyor ama içeriye girmeniz için ısrar eden yok. Bir restoranda oturduk ve Yunan kahvesi söyledik. Açıkçası pek hoşuma gitmedi. Büyük fincanlara yapılmış ve klasik Yunan kahvesi tadını alamadım. Daha sonra arka sokaklardan dolanıp buluşma noktasına doğru ilerlerken gruptan birkaç kişiye rastladık, fotoğraflar çektik. Birçok kişi daha sonra Gemi şirketinin servisleri ile dönmek üzere şehirde kaldı.
Akşam yemeğinden sonra 5. kata lobiye indik. Bizim Türk müzisyen program yapıyor. Biraz kendisini seyrettik. Yavaştan gruptakiler de gelmeye başladı. Grup çoğaldıkça hem eserler hem de bizim ekip hareketlenmeye başladılar. Sonunda herkes bir önceki akşam gibi coştu. Beni de piste davet ettiler, kıramadım ben de oynadım.
7 Haziran 24 / Cuma
Saat 06’da uyandım. Güneş Adriyatik Denizinde doğmuş ve Bari kıyıları görünmüştü. Gece yarısı Avrupa zaman dilimine girdiğimiz için1 saat geriye alınmıştı. Eşim saatini almayı unuttuğu için o da erken uyandı. Beraber kahvaltımızı alıp 15. kata terasa çıktık. Daha sonra da resepsiyon katına inerek birer kahve söyledik. O anda telefonuma mesaj geldi. Frankfurt’tan Trabzon’a uçacak olan Karadeniz grubundan bir ailenin babaları ani vefat etmiş. Maalesef nadirde olsa bu gibi acil vakalar olabiliyor. Hemen telefonumdan tüm Karadeniz otellerine yazı yazarak durumu bildirdim. Belki en azından ücretlerin bir kısmını iade olarak alabilirdik.
08:45’te 7. Katta buluşup gemiden çıkış yaptık. Bari turumuz otobüs ile değil, 25-30 kişilik vagonlarla yapılacak. Bu turu seçtiğim zaman acaba insanların hoşuna gider mi diye tereddüt etmiştim. Grup ikiye ayrılarak vagonlara yerleştik ve hareket ettik. Daha başlar başlamaz doğru bir karar olduğuna kanaat getirdim. Böylesine sıcak havada bundan daha güzel bir transfer olamazdı. Bir müddet sonra 11.yüzyılda yapılan ve önemli bir dini mabet olan St. Nikola Bazilikasına geldik. Rehberimiz genç bir İtalyan kız. Anlatımlarından henüz profesyonel olmadığı belli. Aslında bir rehber için gerekli bilgilere sahip ancak tipik günümüz gençleri gibi sadece anlatması gerekeni anlatıyor, başka da ağzını bıçak açmıyor. Daha sonra yine tren vagonlarımıza binerek eski şehir merkezine geldik. Burada orta çağda önemli bir savunma duvarı olan Norman kalesini dışarıdan gördük. Eski şehir sokaklarında yaptığımız yürüyüş ve küçük alışverişler herkesin çok hoşuna gitti. Daha sonra ev yapımı makarnaların satıldığı bir sokağa girdik. Burada da ufak tefek alışverişler yapıldı. Dondurmanın anavatanı İtalya’ya gelmişken dondurma yemeden olmazdı. Hep birlikte bir dondurmacıya gidip dondurma aldık. Daha sonra da vagonlarımıza binip limana geldik. Bari’de ki Cruise Port nedense oldukça küçük. Bazıları Duty Free Shop aradılar ama yok. Gemi saat 14’te kalkacağından insanlar erken dönüş yapmış, girişte büyük bir kalabalık var. Grubumuzdan Michel söylediği uydurma şarkılarla insanları eğlendirdi, zaman çabucak geçti. Saat 12:45 gibi gemiye girdik. Kabine aldığım birkaç eşyayı bıraktıktan sonra güverteye çıktım. Akşama kadar son günün tadını çıkarıp güneşlendik, havuza girdik.
Akşam yemeğine bugün herkes geldi. Çıkış işlemleri için tüm bilgilendirmeleri yaptım. Yemekten sonra bizlere tur boyunca hizmet eden garsonlar ile vedalaştık, duygulu anlar yaşandı. Bu akşam gemideki barlar çok kalabalık. Triest şehrinde çok sayıda yolcu çıkış yapacağı için son akşamı değerlendiriyorlar. Eşimin üzgün olduğunu gördüm yanına oturdum. Ablasından mesaj geldiğini ve annesinin hastanede yoğun bakımda olduğunu söyledi. Umarım biz eve ulaşana kadar bir şey olmaz, aksi halde ne yapabiliriz diye kafamda birçok plan yapmaya başladım. Saat 23’te odama gidip valizimi etiketleyip kabinin önüne çıkardım.
Gece saat 03’te uyanıp eşimin telefonuna baktım ekranda kız kardeşlerinden mesaj geldiği görünüyordu. İçim cız etti ama o saatte uyandırmadım, zira kötü haber gelmiş olsa da Adriyatik denizinin ortasında hiçbir şey yapamazdık. Sabaha kadar uyuyamadım.
8 Haziran 2024
Sabah 06:30’da uyandırıp telefonuna eşime telefondaki mesajlara bakmasını söyledim. Allahtan kötü haber değil, sadece son durumu bildirmişlerdi.
Kabinin kapısını açıp koridora baktım. Akşam kabinlerin kapılarına bırakılmış yüzlerce valiz yok olmuştu. İnsanın içine ister istemez bir hüzün çöküyor. Giyinip kabinde kalan ve elimize alacağımız eşyaları alarak çıktık. Son kez 14. kata gelip kahvaltı için oturduk. Tam yeni başlamışken baldızım aradı ve eşim annesinin son durumunu öğrenince ağlamaya başladı. Tabi o durumda insanın lokmalar boğazına diziliyor. Göz yaşlarını silerek restorandan çıktık. 7 kata indik, burası biraz sakin. Çünkü çıkış yapacak yolcuların genelde çoğu 5. Ve 6. Katlarda toplanıyor. Bizim de toplanma ve çıkış saatimiz 6. Katta saat 9:20’de. Bara giderek son defa 2 kahve aldım getirdim. Kahvelerimizi içtikten sonra 6. Kata inerek tiyatroya geldik. Bizim grubun el bagajlarını görünce derinden içimi çektim. Herkes el bagajlarını kenara sıralamış, o kadar çok eşya var ki eyvah dedim kendi kendime.
Tam saatinde çıkış için kapıya yönlendirdiler. Gemiden çıktık. Limandaki kapalı alanda futbol sahası büyüklüğünde bir alan valizlerle doluydu. Numaralarına göre düzgün biçimde sıralamışlar. Ama buna rağmen birkaç valiz başka numaralara karışmış. Benim valizimi de başka yerde buldum. Bu kadar büyük bir organizede ufak tefek hataları normal görmek gerekir diyerek çıktık. Otobüsümüz gelmiş hazır bekliyordu. Kaptanlar valizleri görünce şaşkına döndüler. Daha önceden kendilerini uyarmış ve valiz yükleme işine karışmamaları gerektiğini söylemiştim.
Tüm valizleri son derece dikkatli şekilde yerleştirdik. Her boşluğu değerlendirdik, adeta iğne sokacak yer kalmamıştı. Saat tam 10:00’da yola koyulduk. 2 kaptan olduğu için uzun mola vermeden yola devam ettik. Yolculuğumuz Avusturya’ya girene kadar çok güzel geçti. Eğlence olmadı, kayınvalidem rahatsız olduğu için insanlar sükûnet içinde yola devam ettiler. Avusturya’da Tauer tüneline yaklaşırken büyük bir trafik sıkışıklığı yaşadık. 1,5 saat zaman kaybettik. Yol açıldıktan sonra da sadece 2 defa ihtiyaç molası vererek devam ettik. Saat 21:40’ta Würzbug yakınlarındaki Kist otoparkında Tauberbischofsheim’dan misafirlerimizi bıraktık. Giessen’den Berlin’e gidecek olan 4 misafirimizi yetiştirmek için zamanla yarışıyoruz. Risk’e girmemek için bir B planı düşündük. Hidayet abi’nin oğlu Serhat Butzbach’a gelecek ve 4 Berlinliyi hemen alıp Giessen’e yetiştirecek. Planı aynen uyguladık. Kalan misafirlerle yola çıktığımızda saatler 11:37’yi gösteriyordu. Giessen şehir merkezine girdiğimiz anda tarih 9 Haziran, saat ise 00:01’i gösteriyordu. Mehmet (Gündüz) yeni yaşına girmişti. Hep bir ağızdan Doğum günü parçasını okuyarak kutladık.
Hessenhalle’de indiğimizde, 29 Mayıs’ta başlayan macera aynı yerde son bulmuştu. Oldukça yorgunum. Ama 53 kişi büyük beklenti ve güzel bir tatil umudu ile yola çıkmışlardı. Ve onları mutlu ve sağlıklı olarak gezdirip yerlerine ulaştırmak benim için tüm yorgunluğa değerdi….
Ahmet Okan / Haziran 2024