GÖÇEBE İLE BİR ÖZBEKİSTAN MASALI
ATA YURDU ORTA ASYA
….Henüz ilk okul yıllarında kim olduğumuzu dahi bilmezken, köyümüzün okulundaki öğretmenimden ilk defa duymuştum şu cümleyi: Biz Türk’üz ve Türkler Orta Asya’dan gelmiştir. O günlerden beri bu Coğrafya beni hep etkilemiştir. İlerleyen yıllarda Orta Okul eğitimi sırasında İpek Yolu’nu, Meveraün Nehir bölgesini ve bu bölgede yer alan Buhara, Semerkant gibi şehirleri, bunların o devirlerde ne kadar önemli merkezler olduğunu öğrendikçe benim için daha da gizemli bir hale gelmişlerdi. Daha sonra özellikle Semerkant ile ilgili kitaplar okudum. Uluğ bey, Harezmi, Buhârî, Tirmizî, Birûni ve İbn-i Sina gibi dönemin önde gelen bilim ve ilim adamları bu şehirlerde yetişmişti.
Her zaman gitmek istediğim yerlerin en başında yer almışlar, ancak bir türlü gitmek nasip olmamıştı. Nereden bilebilirdim ki bir gün gelecek ve ben sadece kendim değil, yanımda kalabalık bir grup ile gidip bu coğrafyayı hem gezip hem de gezdireceğim.
Turizme meslek olarak başladığım 2018 yılından itibaren ilk hedefim Orta Asya’ya bir tur düzenlemekti. 2020 yılı başlarında tam plan yapmaktayken Pandemi patlak verdi ve gerçekleşmedi. 2023 yılında küçük bir grubu bölgeye göndersem de bazı sebeplerden dolayı kendim başlarında gidememiştim. 2024 yılı için daha 2023 yılı sonlarına doğru Özbekistan turu için planlamayı yaptım. Geriye bu turu en iyi şekilde organize edip hazırlamak kalıyordu. Almanya ‘nın farklı bölgelerinden başvurular olduğu için haliyle çok dikkat edilmesi gereken zor bir organizeydi.
Büyük bölümü Hessen eyaletinden olan grubun 10 kişisi Stuttgart 2 kişi Münih, 4 kişi ise Türkiye’den katılıyordu. Herkesin biletlerini hazırladık. 2 Grup halinde uçacaktık. Benimde içinde bulunduğum Frankfurt çıkışlı grup 1 gün önceden İstanbul’a uçacak ve Türkiye’den katılanlar ile birlikte 1 gece İstanbul’da konakladıktan sonra Taşkent’e uçacaktık.2 grup ise bizden yaklaşık 4 saat sonra Taşkent’e inecekti.
6 Eylül günü geldiğinde her ayrıntıyı defalarca kontrol etmiş, en küçük bir aksaklık olmaması için neredeyse son 2 gün uyku uyumamıştım. Valizlerimizi Arabama yükleyip grup üyelerinden Fadime hanımın Friedberg yakınlarında oturduğu eve geldik. Arabamı onun evinde park edecek ve ağabeyi bizi büyük aracıyla havalimanına bırakacaktı. Frankfurt havalimanına geldiğimizde saat 15:45’ti. Birkaç kişi bizden önce gelmiş bekliyorlardı. Check in işlemlerimizi önceden yapmıştık. Lufthansa havayolu şirketinin en iyi tarafı valizleri hiç kimseye ihtiyaç duymadan otomatik sistemden verebiliyorsunuz. Tatbikî teknolojiyi takip edemeyen yaşlıların hiç sevmediği bir yenilik. <Önce kendi valizlerimizi verdim sonra da diğer misafirlere yardımcı oldum ve valizleri verdik. Herkes çok mutlu ve heyecanlı.
Pasaport kontrolünden geçtikten sonra rahatlamış, üzerimden sanki bir yük kalkmıştı. Bir kahve alıp oturdum.
Uçağımız Türkiye saati ile 21:30’da havalimanına indi. Pistten park edeceği noktaya kadar gelmesi yarım saat sürdü desem abartılı. Valizleri aldıktan sonra dışarıya çıktık. İnternet üzerinden büyük bir araç kiralamıştım ve bizi çıkış kapısında ismimin yazılı olduğu bir pankart ile bekleyecekti. Ama bekleyen falan göremedik. Çıkış kapısının hemen yanında bekleyen kiralık araç temsilciliklerinden benim rezervasyon yaptığım şirket elemanına araştırması için rica ettim. Genç ve efendi bir çocuktu. Sordu ama bizim adımıza herhangi bir rezervasyon yok. Taksi alalım dedim ama mesafe kısa olduğu için kimse götürmez dedi. Başka büyük bir araç istemesi için rica ettim. Bu arada çıkış kapısının önünde kiralık araç firmalarının temsilcileri duruyor. Birbirlerine ağıza alınmayacak küfürler ediyorlar. Bu havalimanı sözde Türkiye’nin dünyaya açılan kapısı. Böyle haydutların burada bulunması çok üzücü. Kalkıp bir şey söylesen çakal sürüsü gibi üzerine gelirler. Neyse ki aracımızın yolda olduğunu öğrenip alt kata indik. Arnavut köydeki Otel’e geldiğimizde Türkiye’den tura katılan Ayla Hanım ve beraberindekiler, Düsseldorf’tan katılan Köksal Bey ve eşi Selma Hanım bizi bekliyorlardı. Hoşbeş ettikten sonra otelin hemen yakınında bulunan bir Restorana çorba içmek için gittik. Ama çorba kalmadığını söylediler. Nazlı ve Ferah hanımlar başka bir restorana gittiler. Biz de kebap çeşitlerinden söyledik. Kebaplar hiç güzel değildi. İyice kurumuş, insanın boğazına diziliyor. Sanki daha önceden pişirilmiş ve ısıtılıp önümüze getirilmiş. Otele geçip dinlenmek için odalarımıza çekildik.
7 Eylül 2024
Sabah kahvaltısından sonra 9:30’da havalimanına hareket ettik. Özbekistan Havayolu şirketi yük hakkını 35 kg verdiği için valiz verme işlemleri biraz fazla sürdü. Valizlerimizi verdikten sonra Stuttgart grubundan da herkesin havalimanına geldiği hakkında bilgiyi aldıktan sonra daha da rahatladım. Bu arada bizim grup çoktan birbirileriyle kaynaştı. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra havalimanı içerisinde bir eczaneye uğradık. İlaç fiyatları şehir içindeki eczaneler ile aynı. Oysa ben her şey gibi ilaçlarında şehir eczanelerine göre 3-4 katı fazla sanırdım. Birkaç kişi vitamin hapları aldıktan sonra B15 kapısına doğru yürümeye başladık.
Uçuş saatinden 2,5 saat önce gelmemize rağmen Havalimanı içinde uzun yollar yürüyerek biniş kapısına geldiğimizde uçağın kalkmasına sadece 30 dakika kalmıştı. Hemen uçağa aldılar. Kapılar kapandı hareket ettik ama pistler dolu olduğu için kalkış sırası bizim uçağa gelene kadar yarım saat bekledik ve nihayet havalandık. Airbus uçakları daha geniş ve rahat ama yine de 4,5 saatlik yolculuk yorucu oldu. Taşkent semalarına doğru alçalmaya başladığımızda güneş artık inmiş, gökyüzü kızıl bir renge bürünmüştü. Altımızda uçsuz bucaksız, yer yer su birikintileri olan ağaçsız bir coğrafya vardı. Yerel saat ile 19:20’de uçağımız piste indi.
Telefonumu açıp hemen rehberimiz Yorqin’e yazdım. Yorqin dışarıda bizleri beklediğini söyledi. Gruptan herkesin valizi çıktı ama Ayla hanımınki yok. Neredeyse valiz bandının etrafında kimse kalmadı. Ben grubu eşim ile birlikte dışarıya gönderdim. Biz 2 kişi Ayla hanımın yanında kaldık. Bir müddet sonra nihayet valiz geldi ve biz de çıktık. Otobüse binerek Taşkent sokaklarında ilerlemeye başladık. Bu arada Rehber Taşkent hakkında kısa birkaç bilgi verdi.
Bir müddet yol aldıktan sonra İbroxim Bek isminde bir restoranın önünde durduk. Bizim Türkçe ile karşılığı İbrahim Bey. Üst kata çıktı ve ayrılan masaya oturduk. Oldukça Nezih ve güzel bir restoran. Diskolardaki sürekli dönen ışıklar biraz tuhafıma gitti, bir anlam veremedim. Özbek mutfağından mezeler ve salatalar ile donatılmış. Özellikle kuşbaşı şeklindeki şişte pişirilmiş tavuk etine benzeyen meze oldukça iştah açıcı duruyor. Kavun ve karpuzlar çok düzgün bir şekilde kesilmiş ve özenle tabağa yan yana dizilmiş, insan görüntü bozulmasın diye neredeyse yemeğe kıyamıyor. Küçük sepetlerin içerisinde taze yapılmış Özbek ekmekleri masaya dağıtılmış ve aralarında oldukça taze görünen karışık salatalar. Kuşbaşı şeklinde tavuğa benzeyen meze meğerse Patlıcanmış. Bazılarının hoşuna gitmese de ben çok beğendim. Kızartıldıktan sonra sanki hafif bala batırılmış gibi biraz tatlı. Mezeleri yedikten sonra tadı çok güzel bir şehriyeli sebze çorbası geldi. Ardından şişlerde kıyma kebapları servis ettiler. Adana şişleri büyüklüğünde ama Adana gibi yassı değil, daha tombul. Bizdeki gibi fazla baharat kullanılmamış, daha sade, tat olarak çok güzel. Kavun ve karpuzlar adeta bal gibi tatlı. Yemek ile birlikte masaya seramik çaydanlıkların içinde yeşil ve siyah çaylar geldi. Yanında sapı olmayan yayvan fincanlar verdiler. Hemen bu çay içme kültürünü Çinlerden aldıklarını anladım. Tatlı gelecek diye bekledik ama gelmedi. Rehberimiz Özbekistan’da tatlı kültürünün olmadığını söyleyince karpuz ve kavunun neden masada olduğunu daha iyi anladım. İlk akşamdan yemeklere notumu verdim ve içimden grubumuz tur boyunca güzel yemekler yiyecek diye mırıldandım.
Restorandan çıkarken alt katta bir eğlence vardı. Kapıdakiler bizim ekibi ısrarla içeriye davet etti. Girdik. Gruptan bazıları danslara eşlik ettikten sonra ben gitmemiz gerektiğini söyledim ve otobüse geçerek otele hareket ettik. Hepimiz oldukça yorgunduk.
Bir müddet sonra otelimize geldik. Daha önce hiç gitmediğim bir otele müşterileri götürürken her zaman içimde bir korku olur. İnternetten çok araştırdım ama hiçbir zaman çıplak gözle görüldüğü gibi olmuyor. Buraya da gelirken içimde garip bir his vardı ama otelin lobisine girer girmez müşteri memnuniyetini sağlayacak bir yer olduğu belli oluyordu. Derin bir nefes aldım. Kartları dağıttık herkes odasına çıktı. Diğer grup gece 01’de Taşkent’e inecek. Rehberimiz ısrarla benim odama gidip istirahat etmemi, söylese de kabul etmedim. Geçerken eşim ile beni de almasını söyleyerek odama çıktım. Odalar oldukça geniş ve tertemiz. Biraz oturup kendimize geldikten sonra saat geldi ve lobiye inerek havalimanına hareket ettik. İyi ki ceketimi almışım. Gündüz yakıcı sıcak olan hava gece adeta üşütüyor. Gerçekten çok güzel bir havası var ülkenin.
Uçak inip grubun dışarı çıkması saat 01:45’i buldu. 2. Grubu da otobüste bilgilendirdikten sonra otele geldik. Sabah erken hareket etmemiz gerektiği için kendilerine tatlı bir şekilde izah etmeye çalıştım. Saat 06’da kahvaltı salonunda olmamız gerekiyordu. Oysa ben onlardan çok daha yorgundum. Otele gelip oda kartlarını dağıttım. Odamıza çıktığımda saat 03’e geliyordu. Klima odayı iyice soğutmuştu. Eşime yatarken kapatmasını söyledim. Yatağa yatar yatmaz kendimden geçmişim.
8 Eylül 2024
Saat 5:30’da saat çaldığında uyandım. Maalesef klima açık kalmış. Yorgan örtünmeme rağmen buz dolabına konulmuş meyve gibi olmuş vücudum adeta. Giyinip kahvaltı salonuna indim. Neyse ki herkes yorgunluğa rağmen indi. Kahvaltıdan sonra valizlerimiz ile birlikte otobüse geçtik. Otobüs bizi Tren garına bıraktıktan sonra Valizleri Semerkant’a otele götürecek. Bu uygulamayı yapmamızın sebebi trende valiz siz rahat bir şekilde seyahat etmekti. Hepimiz aynı vagona bindik ve tren saat 07:59’da Semerkant’a doğru hareket etti. Yaklaşık 275 km yolumuz var. Ve hayatta en çok gitmek istediğim, dünyanın en zarif mimarisine sahip, Timur ve oğullarının yaptırdığı sayısız eserlerle dolu Semerkant’a gidiyoruz. Tren durduğu istasyonlarda gereğinden fazla zaman kaybetmesine rağmen yolculuğumuz çok neşeli ve çabuk geçti. Bayanların aralarına nefes almaksızın konuşmaları ve ara ara attıkları kahkahalar kulağımda yankılanırken, ben bilgisayarımı açıp biraz yazı yazıp işlerimi yaptım ama sık sık da Özbekistan coğrafyasını seyrettim. Düz ve tarıma elverişli uçsuz bucaksız araziler ve yer yer büyük meyve bahçeler sadece görebildiklerim.
Saat 12:30’da Semerkant tren istasyonuna geldik. Bizleri bekleyen otobüsümüze binerek şehir turuna başladık ki şansımıza bugün Pazar olduğundan bisiklet yarışları varmış. Yolları kapamışlar. Otobüste biraz bekledikten sonra rehbere gideceğimiz Registan meydanının ne kadar olduğunu sordum. Yürüme mesafesi 10 dakika deyince grubu indirerek yürümeye karar verdik. İyi ki de inmişiz, bu yürüyüş herkese iyi geldi.
Registan meydanına geldiğimizde 3 büyük görkemli medrese ön cephelerindeki masmavi çini işlemeleriyle herkesi ilk bakışta kendilerine hayran bırakmıştı. Rehberin anlattıklarına göre Registan kum, kumluk anlamına geliyor ve rivayete göre buradan şehrin su ihtiyacını karşılayan nehir akarmış. Cengiz Han Semerkant’ı kuşattığında kalın sur duvarlarını aşamamış. Aylarca süren kuşatma sonrası kale içindeki bazı hainlerin de yardımı ile nehrin yatağı kale dışarıdan başka yöne değiştirilince susuz kalan şehir teslim olmak zorunda kalmış. Nehir kuruyunca burası da kumlu bir alan haline gelmiş.
Alanın 3 tarafında 3 farklı medrese bulunmakta. Bu medreseler Uluğ Bey, Şirdar ve Tilla-Kârî medreseleri. İçlerinden en eski ve en önemli olanı Uluğ Bey Medresesi.
Uluğ Bey Timur'un torunu oluyor. Çok iyi bir saray eğitimi görüp özellikle matematik ve astronomi konularında kendini eğiterek bir gün gelip devletin başına geçiyor. Eğitime çok fazla önem veriyor. Ancak bu tutumu kendisinin sonunu hazırlıyor.
Meydanda rehberimizden bu bilgileri aldıktan sonra Medreselerin bir kısmını birlikte gezip gruba serbest zaman verdik. Böylesine güzel bir alanda maalesef tuvalet sorunu büyük. Gelen binlerce turist için mevcut tuvaletler oldukça yetersiz.
Grubu topladıktan sonra yürüyerek Bibi Hanım mescidine gittik. 15. yüzyılda İslam dünyasındaki en büyük ve görkemli camilerden biri olan bu camii, Timur 1399'da Hindistan Seferi'ne çıkmadan verdiği söz doğrultusunda yapılıyor. Bu Caminin hemen arka tarafında yer alan bir Pazar yerinde kısa mola verdik. Haliyle herkes alışveriş yapmaya daldı. Özbekistan’ın kuru meyvelerinin çok güzel olduğunu daha önceden duymuştuk. Bu pazarda gördüklerimiz duyduklarımızı doğruladı. Özellikle kuru kayısılar ve üzümler çok güzel. Ben 5 kiloluk bir kasa Kayısı aldım. Herkes bir şeyler aldı. İç hat uçuşlarında 25 kilo yük hakkı olduğundan çok kişi asıl alışverişi Taşkent’e bıraktı.
Bir sonraki durağımız olan Şâh-ı Zinde türbelerine geldik. Şâh-ı Zinde yaşayan kral anlamına geliyor ve Hz. Muhammed'in kuzeni ve İslamiyet’i Orta Asya’ya taşıyan Kusam’ın buraya gömüldüğü varsayılıyor. Zamanla birçok önemli insanın türbesi ilave edilmiş ve gerçekten çok görkemli türbeleri bir arada görmek mümkün.
Grup oldukça yorgun olduğu için bazıları otobüste kaldı ama gerçekten çok şey kaçırdılar. Sabah çok erken yola düşmüş olmamız ve havanın da sıcak olmasından dolayı herkes bitkindi. En çok yorulan da bendim ama belli etmemeye çalışıyorum. Planımızda daha Timur’un türbesi var. Rehber Yorqin’ni kenara çekerek Timur türbesini yarın sabah Buhara’ya hareket etmeden yapmamızı söyledim.
Otel’e geldiğimizde saat 17:00’yi gösteriyordu. Oteli görünce herkesin yorgunluğu biraz geçti, çünkü muhteşem, saray gibiydi otel. Odalar son derece lüks ve temiz. Herkes odaları görünce akşam nasıl güzel bir uyku çekeceklerini tahmin edebiliyorlardı.
Lobide buluşarak yemek yiyeceğimiz restorana yürüdük. Bu akşam restoranımız Karim Bek restoran. Mezeler ve salatalar tek kelimeyle harika. Zaten çoğu mezeler ve salatalar ile doydu. Her zaman olduğu gibi çay ve karpuz, kavun masaya gelmişti. Dışarıdan gelen sesler üzerine kapıya çıktım. 6 m uzunluğunda bir şişe boydan boya kıymadan kebap takılmış, uçunda duran yöresel kıyafetler giymiş bir genç yavaştan çeviriyor. Yan tarafta ise 5-6 genç kız hareketli müzikler eşliğinde dans ediyorlar. Bizden de birkaç kişiyi oynattılar. Tekrar içeri girdiğimizde Masalarımıza et tabakları gelmişti. Saat 21’e doğru restorandan hareket ederek Registan meydanına doğru yürüyüşe geçtik. Saat tam 21’de ışık gösterisi yapılacaktı. Yerimizi alıp beklemeye başladık ancak bir türlü gösteri başlamadı. Daha sonra teknik bir arıza olduğu haberi geldi ama gece ışıklandırılmış halde bu meydanı görmek bile her şeye değerdi. Otele döndüğümüzde saat 21:30’du. Otelin arkasındaki bahçe adeta saray bahçelerini aratmayacak derecede güzel. Biraz sohbet ettikten sonra odama çıktım ve yatağıma uzandım.
9 Eylül 2024
Uyandığımda saat sabah 7’ydi. Uzun zamandır böylesine güzel uyku uyumamıştım. Duş alıp hazırlandım ve eşim ile birlikte kahvaltıya indik. Kahvaltı salonu da çok güzel dizayn edilmiş. Kahvaltıda çok fazla çeşit yok ama çok kaliteli yiyecekler var. Özellikle meyveler çok taze. Orta boy kırmızı tüysüz bir şeftaliyi ilk defa Özbekistan’da gördüm. Harika bir tadı var.
Saat 09:30’da otobüse eşyaları yükleyerek Timur’un türbesine hareket ettik. Türbe oldukça görkemli, büyük yeşil ve parlak kubbesi ihtişamını iyice yansıtıyor. Timur, 1405 yılında öldükten sonra naaşı başkenti Semerkant'a getirilip, daha önce vefat eden torunu Muhammed Sultan Mirza için inşa ettirdiği ve henüz bir ay önce tamamlanmış olan türbenin altındaki mezar odasına defnedilmiş. Türbe girişinde Yorqin’den Timur’un kısa hayatını dinledik. Timur’un öz be öz Türk olduğuna ve Ankara savaşının sebeplerine de değindi. Sonra içeriye de girip etrafı inceledik.
Timur türbesi ziyaretimizin ardından tren garına gelip Buhara’ya hareket ettik.
Saat 11:30’da trenimiz Buhara şehir merkezine 15 km mesafede bulunan istasyonda inerek otobüsümüze geçtik. Buhara eski şehir merkezine geldiğimizde Nadir Divan Bey medresesinin önünde durduk. Medrese ismi üzerinde Nadir Divan Bey tarafından yaptırılmış. Divan Beyleri Buhara Hanlığında handan hemen sonraki görevi yürütenlere verilen bir unvanmış. Nadir Divan Bey, Buhara’nın en güçlü hanı İmam Kuli Han döneminde bu pozisyonda kalmış ve medreseyi yaptırmış. Giriş kapısında 2 Anka kuşu, 2 şekilsiz beyaz geyik ve “güneşte adam” yüzü tasvir edilmiş.
Medresenin hemen ön sağ çaprazında bizim hep Konyalı olarak bildiğimiz ama asıl Buharalı olan Nasreddin Hocanın eşeğinin üzerine binmiş olarak büyük heybetli bronz bir heykeli var. Medresenin tam karşısında ise 4 tarafı kafeler ve restoranlarla çevrili büyük bir havuz var. Burada öğle yemeği için serbest zaman verdik. Grubun çoğunluğu briz de dahil buraya oturduk. Her yerde olduğu gibi menüler hep et ağırlıklı. Kartta gözüme takılan oldukça iri görünen mantılardan söyledim. Hakikaten çok hoşuma gitti. İçine sadece soğan ve minik olarak doğranmış kuzu eti konulmuş, çok hafif baharat ile sote edilmiş. Haşlandıktan sonra da üzeri hafif kızaracak şekilde fırına atılmış.
Gruptan bazıları biraz uzakta kalan Cami’ye gittikleri için molayı biraz daha uzattım.
Saat 15:30’da toplanarak şehir merkezinin dışında kalan Bahaeddin Nakşibend türbesine gittik. 1318 yılında Buhara’da doğup, 1389 yılında yine Buhara’da ölen Bahaeddin Nakşibend, Nakşibendî tarikatının kurucusu ve tüm dünyada saygı gören bir zat. Çünkü aynı Hz. Mevlâna gibi yaşadığı süre zarfında hoşgörü çizgisinden hiç sapmamış. Türbede aynı zamanda müritleri de yatıyor. Rehberin anlattıklarına göre bizim Doğu Anadoluda hüküm süren Tarikat ile ilgisi yok çünkü gerçek Nakşibendi tarikatından kimse kalmamış, kalanlarında tarikat ile ilgisi yok.
Türbe ziyaretini bitirdikten sonra Buhara Emiri Nasrullah Han tarafından 19. yüzyılın sonlarında inşa edilen Sitorai Mokhi-Khosa yazlık sarayına geçtik. Nasrullah Han karısına ve yıldız gibi güzelliğine âşık olduğundan dolayı saraya yıldız anlamına gelen sitorai ismini vermiş. Buhara Emirliği’nin yazlık ikametgahı olarak kullanılan saray, yaz sıcağından etkilenmemek için tamamen yaz aylarına özel olarak şehrin en serin yerine yaptırılmış. İçerisini gezerken kendimi bir an Endülüs bölgesinde Granada şehrinde bulunan Elhamra Sarayında hissettim. İşlemeler hakikaten birbirine benziyor ve her iki sarayında kaderi sanki aynı. Granada Emiri çok hazin bir şekilde İspanyollar tarafından saraydan kovulurken son Buhara Emiri de bu saraydan Ruslar tarafından kovulmuş.
Saat 18:18’te tekrar Buhara’da Nadir Divan Bey Medresesine geldik. Avlunu iç tarafında akşamları geleneksel Özbek kıyafetleri sergileniyor ve halk dansları gösterileri yapılıyor. Ayırttığımız masalara oturduk ve akşam yemeğimizi burada yedik. Yemekler şehir restoranlarındaki gibi güzel ve lezzetli olmasa da gösteriler herkesin çok hoşuna gitti. Bu arada hava gündüz o kadar güneşli ve sıcak olmasına rağmen akşam iyiden iyiye serinliyor. Ben de sırtıma eşimin şalını aldım. Gösteriden çıktıktan sonra otelimize geldik. Otel kaldığımız diğer iki otelden daha büyük. Odalar yine güzel ve temiz. Hiç kimseden şikâyet gelmedi. Yatağa uzandım ama boğazlarımda ağrı ve genzimde yanma var. Çocukluğumdan beri çok iyi bildiğim bir belirti. Maalesef soğuk almışım, nezle ve grip kapıda.
10 Eylül 2024
Sabah otelden saat 10’da ayrılarak ilk olarak Buhara tarihi eski şehrin hemen dışında kalan 10. Yüzyılda inşa edilmiş Samani Türbesine geldik. Orta Asya mimarisinin en eski mezar binası olarak bilinen bina hakikaten çok farklı bir işçiliğe sahip. Adeta bir mücevher kutusuna benziyor. Buhara’da hüküm süren güçlü ve etkili İslami Samani hanedanının mezar alanı olarak inşa edilmiş. Samaniler Abbasileri bölgeden püskürtüp kovan hanedan olarak biliniyor.
Samani Türbesine hemen yürüme mesafesinde bulunan Özbekçe ismi Chashmai-Ayyub-Mausoleum olan Şaşma Eyüp Türbesine geçtik. Arapçadaki adı “Eyüp Kuyusu” anlamına geliyor. Hz. Eyüp ‘ün Buhara ‘ya gelip bu topraklara sopasını vurduğu ve buradan günümüze kadar varlığını koruyan bir su kaynağının çıktığı rivayet ediliyor. İçeride çömlekler, müzik aletleri ve Eyüp ‘ün asası olduğu tahmin edilen bir asa da dahil olmak üzere Aral gölünün kuruyup küçülme sürecini gösteren haritalar var. Grubu toparlayıp otobüse geldik.
O kadar uyarılar yapmamıza rağmen iki kişi eksik. Aynur ve Süheyla Hanım yok. Eşim ile birlikte o sıcakta tekrar tüm yolu geriye yürüyerek Eyüp türbesine kadar geldik. O sırada telefon geldi ki otobüse gelmişler.
Sonrasında Ark kalesine geçtik. 4 hektar genişliğe ve 20 metre yüksekliğe sahip devasa Kale çok farklı bir mimari yapıya sahip. Tarih boyunca hem emir sarayı hem de karargâh olarak kullanılmış. Buhara’nın en eski yapıtlarından olarak bilinen kalenin ilk temelleri 5. Yüzyıla kadar uzanıyor. Buhara hükümdarı Bidun, bu kaleyi inşa ettikten sonra birçok defa yıkılıp yeniden yapılmış. Buhara emirlikleri döneminde içeride 3 bin kişinin ikamet ettiği rivayet ediliyor. Cengiz Han’ın istilasında ciddi zarar gören kale, son şeklini 16. yüzyılda almış. Ancak 1920 yılında Kızıl Ordu’nun saldırısında neredeyse tamamen tahrip edildiğinden beri büyük bir kısmı harabe halinde bulunuyor. İçerisini gezdikten sonra kale kapısında bir grup fotoğrafı aldık.
Daha sonra Ark kalesiniz hemen karşısında kalan Bolo Havuz Camisine geçtik. Bolo Havuz camisi farklı mimari tasarımı sayesinde turistlerin vazgeçilmez uğrak noktalarından biri. Camiinin tavanına bağlı olan ince işlemeli ağaç sütunlar karşıdan güzel bir görüntü veriyor. Camiinin yanında bir de külliye yer alıyor. Minare ise Özbekistan’daki tüm minareler gibi aşağıdan yukarıya doğru hafif incelen sütun şeklinde ve üzerinde şerefe ve sivri çıkıntısı yok. Namaz vakti olduğu için ziyarete kapalı olduğundan burada serbest zaman verdik. Namazdan sonra ise tekrar otobüs ile Divan Bey Medresesinin önüne geldik ve öğle yemeği için serbest zaman verdik. Bazıları yine aynı restorana otururken diğerleri çevre sokaklara doğru dağıldı.
Tekrar toplandıktan sonra planımızda yer alan Nasreddin Hoca heykelinin önüne gittik. Burada rehberimiz Yorqin Hoca Nasreddin’nin kısa hayatını anlattı. Özbeklere göre Hoca Timur döneminde yaşamış ve Buhara doğumlu. Daha sonra Anadolu’ya geçtiği söyleniyor. Bu bilgi benim için bir ilk olduğu için şaşırdım, çünkü bizdeki bütün tarihi bilgilerde Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğmuştur. Her nerede doğmuş olursa olsun Özbeklerin de en az bizim kadar sahiplendiği bir gerçek.
Daha sonra şehrin tarihi sokaklarından yürüyerek Buhara’nın belki de Orta Asyanın en önemli meydanlarından Poi Kalan Meydanına doğru yürüdük. Bu meydan büyük bir medrese, Camii ve muhteşem bir minareyi barındıran harika bir yer. Ta ki 8. Yüzyıllarda bu meydana birkaç cami ve medrese inşa edilmiş. Alanda bulunan Kalon Minaresi ve medresenin, 1127 yılında Karahanlı hükümdarı Arslan Han tarafından yapıldığı söyleniyor. Yaklaşık 47 metre yüksekliğindeki minare, adını Özbek dilinde "büyük" anlamına gelen "Kalon" kelimesinden alıyor. Moğol istilası sırasında Cengiz Han bu medreseyi yakıp yıkıyor. Rivayete göre Kalon Minaresinin dibine gelip kafasını kaldırıp tepeye doğru baktığında başındaki başlığı yere düşünce, bu işte bir keramet vardır diye Minareye dokunmuyor. Burada grup fotoğrafı çekip biraz zaman verdik. Bu arada ben birkaç kişi ile değişik noktalarda kısa söyleşiler yaptım.
Akşam yemeğini eski şehirde Özbek pilavı yapan restoranlardan birinde yedik. Pilav güzeldi. Kuzu eti ile yapılıyor. Ancak öğle yemeğini geç yemiş olduğumuzdan fazla yiyemedik. Yemeğin ardından tekrar yürüyerek kalon minaresinin önüne geldik. Meydan ışıklandırılmış hali ile çok daha güzel ve çekici, oldukça da kalabalıktı. Burada yaklaşık 45 dakika zaman geçirdik. Hatta oyun havaları çalıp bazılarımız oynadı. Gruptaki bazı bayanlar iyice yorulmuştu. Çünkü oldukça fazla yol yürümüştük. Otobüsü yakın bir yere çağırıp otele döndük.
11 Eylül 2024
Saat 06’da uyandım. Grip iyiden iyiye kendini göstermeye başladı. Zor yutkunuyorum ve ağzımda hiç tat yok. Burnumda akmaya başladı. Kahvaltıdan sonra saat 08’de yola koyulduk. Yaklaşık 430 km yolumuz var ve kızıl çölden geçeceğiz. Bir müddet sonra Buhara’dan uzaklaştık yollar da bozulmaya başladı ama en azından çift şerit. Millet çoğu uyuyor. Sadece arkamda oturan Cemalettin Bey uyanık. Otobüs oldukça hızlı gidiyor ama ben Avrupa’da alışkın olduğumuz için 100’ü geçmeyeceğini düşünerek ciddiye almadım. Bir müddet sonra otobüsün hafif olarak sağa sola yalpa yaptığını fark ettim. Cemalettin bey kulağıma eğilip 140 sürat yaptığını söyleyince Taho’ya dikkatli baktım gerçekten de ibre 140’ta duruyor zaten son sürati de 140km/h. Bizim telaş yaptığımızı fark edince biraz yavaşladı. Daha sonra Cemalettin Bey yanına oturdu ve en azından 2 saate yakın oyaladı. Yolu ortaladığımızda bir dinlenme tesisinde durduk. Ben yolda tesis olmayacağını sandığımdan yanımıza karpuz, kavun vs. Bir şeyler almıştık. Restorana girdik ve karpuzları kesip masalara getirmelerini rica ettik.
Gerçekten adamlar gruptan kimsenin yemek sipariş etmemesine rağmen masalara çok güzel servis yaptılar. Çıkarken emeklerinin karşılığında bir ödeme yaptım yine de. Bir müddet yol aldıktan sonra kumlarla kaplı tepeciklerin olduğu bir yerde durduk. Misafirler inip kumlarda gezdiler, hatıra fotoğrafları çekildi. Toparlanıp yola devam ettik. Uçsuz bucaksız, düz bozkırlarda yola uzun süre devam ettik. Hive’ye 45 km kadar bir yol kaldı ama acil tuvalet ihtiyacı olanlar var. Duracak hiçbir tesis yok. 25 km kadar yolumuz kalmıştı ki bir köyün kenarındaki benzinlikte durduk. Sadece çok acil ihtiyacı olanların inmesini söylesem de çok kişi inip tuvalete koştu ama hepsi hüsrana uğradı çünkü tuvalet oturulacak gibi değil. Tek çare kalmıştı. Arazi’yi kullanmak. Nitekim öyle de oldu.
Saat 16’da Hive’deki otelimize geldik. Otel adeta eski sarayları andırıyor. Yüksek tavanlı ve işlemeli Lobisi, geniş odaları herkesin yine beğenisini kazandı. Resepsiyondaki gençler son derece saygılı ve güler yüzlü. Saat 19’da lobide buluşmak üzere odalara çıktık. Eşim odada bir çay yaptı. Gözümü açacak halde değilim. O durumda olmama rağmen bilgisayarımı açıp yapmam gereken birkaç işimi hemen yaparak yatağa biraz uzandım. 45 dakika kadar içim geçmiş. Saat 19’da otelden Kale içine doğru yürüdük. Akşam güneşi kale duvarlarına öyle güzel vurmuş ki adeta insanın ruhunu okşuyor. Kalenin içlerine doğru ilerledik ve güzel bir restoranın kapısından girdik. Güler yüzlü genç garsonlar kapıda karşılayıp Türkçe hoş geldiniz diyerek bizi içeri aldılar. En üst teras katına çıktık. Güneş yeni inmiş ve Kale içindeki ışıklandırılmış tarihi yapıların hepsi ayağımızın altında kalıyor. Masalar oldukça şık donatılmış. Hafiften Saksafonun baskın olduğu romantik bir müzik çalıyor. Garsonlar masalardaki ufak tefek eksikleri tamamlarken hafiften çatal ve bıçak şıkırtıları saksafon müziği ile ahenkli bir şekilde karışıyor. Salata ve mezeler masalara gelince herkes yemeğe başladı. Ben yemekten ziyade şehrin muhteşem görüntüsün hem seyrediyor hem de çekim yapıyorum. Derken Akşam ezanı okunmaya başladı. Başlar başlamaz anında müziğin sesini kestiler. Ezanın sesi ortama o kadar yakışıyordu ki anlatamam. Güzel yemeğin ardından restorandan çıkarken yine büyük bir misafirperverlik ile uğurlandık. Bazıları kale içinde kalırken biz bir grup otele geldik. Eşim de kaldığı için ben yalnız odama çıkıp günlük notlarımı aldım.
12 Eylül 2024
Bütün gece doğru düzgün uyumadım. Bu nezle Allahtan gelip geçici bir hastalık ama geceleri korku rüyası gibi. Sabaha kadar burnumun akıntısı durmadı. Saat 7’de kalkıp yüzümü soğuk su ile iyice yıkadım. Valizimi hazırlayıp bilgisayarımda birkaç işimi yaptıktan sonra Kahvaltıya indim. Kahvaltı büfesi fazla zengin değil. Bölgenin kahvaltı kültürü bu olsa gerek. Kuru pasta ve börek tipi atıştırmalıklar, yumurta ve meyve çeşitleri var. Bir de yumurtalı ekmek kızartmışlar. Kendime çay ve küçük bir parça börek aldım. Başlamadan önce burun akıntısı ve ateş için aldım. Biraz sonra grup üyeleri inmeye başladı. Valizlerimizi lobide bir bölüme bıraktık. Çünkü akşama kadar Hive’de gezip akşam direk Ürgenç havaalanına gideceğiz. Saat 10’da yürüyerek kalenin önüne geldik. Kapıda giriş biletlerini aldıktan sonra toplandık ve rehberimiz Yorqin bir anlatım yaptı. "0" rakamını bulan ünlü alim El-Harezmî ile gökbilim, matematik ve doğa bilimleri alanındaki çalışmalarıyla tanınan El-Birunî'nin doğup büyüdüğü yer olan Hive, mavi, turkuaz ve yeşilin onlarca tonunun kullanıldığı eserleriyle insanı adeta büyülüyor. Adeta kumdan bir kaleyi andıran Içhan Kala, yani İç Kale’nin tuğladan inşa edilmiş mazgallı surları ve dört kapısı bulunmakta. Bu kapıların her biri dört bir tarafına bakmakta. Yapının temellerinin 10. yüzyıla dayandığına inanılsa da, yüzyılın sonlarında inşa edildiği ve daha sonraki bir süreçte onarım gördüğü söyleniyor. 6 metre yüksekliğinde ve 10 kilometre uzunluğundan surlarının içinde çok sayıda saray, cami, mescit, medrese ve türbe bulunuyor. Rehbere farklı sorular sorulunca Harzemşahlardan Cengiz Han’a kadar tarihin içlerine girdik. Derken ben rehbere konuyu kapatıp devam etmemizi söyledim.
Kalenin ana kapısından içeri girince ilk olarak sağda ve solda yerel ürünlerin satıldığı hediyelik eşya dükkanları karşılıyor. Birkaç metre yürüdükten sonra ağırlıklı turkuaz ve toprak renginin kullanıldığı taşlar üzerine çizilmiş İçan Kale haritası görülüyor. İçeri girip birkaç noktada anlatım yaptıktan sonra bir kafeye girip hem ihtiyaç hem de dinlenmek için mola verdik. Hava çok sıcak Özbekistan genelinde yılda 270 gün güneşli hava olurken Hive’de 300 gün güneşli olduğu ve temmuz, ağustos aylarında hava sıcaklığının 55-60 dereceleri bulduğu söyleniyor.
Kafede güler yüzlü bir Özbek bayan bize Türk kahvesi yaptı. İçerken diğer masada telefondan erik dalı çalmaya başlayınca misafirlerden bazıları oynamaya başladı.
Saat 12:30’da Rehber ile planı gözden geçirdik ve zamanımızın yeterli olduğunu görünce 1,5 saatlik serbest zaman vermeye karar verdik. Herkes labirenti andıran eski şehir sokaklarına dağıldı. Eşim v eben de birkaç kişi ile birlikte bayağı gezdik. Küçük alışverişler yapıp halk ile sohbet ettik. Beraber hatıra fotoğrafları çektik. Son derece sıcak kanlı ve dürüst insanlar.
Saat 13:45’te tekrar buluşarak gezimize devam ettik. Büyük bir alana yapılmış olan "Tash-Khauli", Saray kompleksine girdik. Burada rehber olmasa yolunuzu bulup dışarı çıkmanız çok zor. "Tash-Khauli", adını "taşlı avludan almış.
Saray 1825'ten 1842'ye kadar Hive Hanlığı yapan Allakuli Han tarafından yaptırılmış. Daha sonra Harem bölümüne geçtik. Burada Özbek türküleri okuyan 3 bayana rasgeldik. Herkes toplandı. Bir müddet sonra hareketli türküler okumaya başlayınca gruptan 3 bayan çok uyumlu şekilde danslara eşlik ettiler. Köksal bey kafasındaki Özbek şapkasını ters çevirerek bahşiş toplayıp 3 bayana verdi. Topluca fotoğraf çektirdikten sonra çıktık. Planımızda yer alan Şirgazi Han Medresesi, Pehlivan Dervaze Türbesini de gezip İslam Hoca Medresesi önünde Saat 15:30’da serbest zaman verdik. Bir şeyler yemek için restorana girdik. Bazıları salata sipariş verdi. Ben mantılarını çok sevdiğim için yine sipariş ettim. Masalara servis yapan 2 genç çok sempatik ve sevimli. Kendileri ile biraz sohbet edip şaka yaptık. Ben otele gelip lobide oturup dinlenmeye karar verdim. Birkaç kişi daha benimle birlikte geldi. Akülü küçük arabaya binerek geldik. Saat 18:30‘da otelde toplanarak valizlerimizi otobüse yükleyip tekrar akşam yemeği için iç kaleye yürüdük. Tam İslam Hoca Medresesi önünde bulunan restoranda grubumuza ayrılan yerlere oturduk. Yemekten önce mezeler ve salatalar servis yapılırken geleneksel kıyafetler giymiş 2 bayan ve 3 kişilik saz ekibi türkü söyleyip dans etmeye başladılar. Bizimle birlikte diğer turistler de hayranlıkla seyrettiler. Ekibin içinde sevimli bir de küçük çocuk var. Danslara çok başarılı bir şekilde eşlik ediyor. Güzel bir gösteri oldu. Kendilerine eşlik edenler de oldu. Yemek yerken Ürgenç’ten Taşkent’e gideceğimiz uçağın 40 dakika gecikmeli kalkacağı haberi geldi. Sonradan öğrendik ki Türkiye dış işleri bakanı ve Mit başkanı Taşkent’e aynı saatlerde ineceği için gecikme yaşanmış.
Çaylarımızı içip otobüse doğru yürüdük. Ürgenç havaalanı Hive’ye 15 km kadar mesafede. Yollar güzel. Havaalanına gelince herkes valizlerini alıp içeri yürüdü. Valizlerimizi verip yukarı kata çıktık bekliyoruz. Yorqini arıyorum ama ulaşamıyorum. Merak etmeye başladım. Tam uçağa girecektik telefonum çaldı. Yorqin kendi biletinde bir sorun olduğunu ve bizim uçağa binemeyeceğini söyledi. Bizi Taşkent’te alacak olan otobüsün kaptanının numarasını istedim.
Uçağımız havalandı.
Taşkent havaalanına indiğimizde saat 02:30’a geliyordu. Uçak piste indikten sonra hayli bir yol alıp valizlerimizi alacağımız binaya girdik. Bant uzunca bir süre sonra dönmeye başladı. Eşim yanında getirdiği kırmızı elmaları dağıtıyordu. Semerkant’tan yolculuk için almıştık. Isırınca bir an köydeki çocukluğumu hatırladım. Evimizin altındaki bahçede bir elma ağacımız vardı. Kırmızı elma verirdi ve aynı tadı bu elmada almıştım. Valizlerimiz çıktıktan sonra Otobüse geçip otele hareket ettik. Sesim iyice kısılmış. Gece olunca grip iyice etkisini gösteriyor. Otele geldiğimizde saat 03 olmuştu. Otelden çıkış saatimizi 11 olarak gruba bildirip kartlarını dağıttım. Ben de odama çıkıp geç olmasına rağmen güzel bir duş alıp yatağa uzandım.
13 Eylül 2024
Sabah uyandığımda saat 8’e 10 dakika vardı. İyileşme yok hatta ateşim daha da artmış. Üzerimi giyip eşimi beklemeden kahvaltıya indim, hemen bir ateş düşürücü almam gerekiyordu. Tabağıma bir şeyler aldım. Kahvaltı büfesinin yanında iri yapılı tombul, sempatik bir Özbek genci 2 tane tavada taze yumurta pişiriyor. Önümde 2 kişi var. İlk sıradaki yumurtasını aldı. 2. Sırada olan bayan, hangi milletten olduğunu tam olarak çıkartamadım ama Slavlardan olsa gerek. Önümde yumurtasını bekliyor. Genç çocuk tavalardan bir boşalınca bana doğru ne istersin der gibi bakınca ben de Türkçe günaydın deyip 2 tane sade yumurta yapmasını söyledim. Önümdeki suratsız bayan bozuk İngilizcesi ile çocuğa fena fırça attı, güya 2 tabak söylemiş. Çocuk kendisinde özür dileyip bana doğru baktı, kusura bakma der gibi. Ben de hiç sorun yok dedim. Ama önümde duran son derce huysuz bir tipe benzeyen bayan hala kafa sallıyor. Duramadım ve sorunun ne olduğunu bağırarak sordum. Allahtan karşılık vermedi. Gerçekten sabrım dolmak üzereydi. O anki psikoloji ile boğazını sıkasım geldi.
Bir şeyler yiyip ilaçlarımı aldım. Dışarıya tam çıktığımda rehberimiz Yorqin lobiye girdi. Oldukça bitkine benziyordu. Ne yaptığını sorduğumda anlattıklarına inanamadım önce. Gece Ürgenç’ten taksi tutup geldiğimiz tüm çölü geriye gidip Buhara’ya gitmiş, oradan hızlı tren ile Semerkant’a ve Semerkant’tan da Taşkent’e. Gerçekten üzüldüm.
Saat 11’de Taşkent turumuza başladık. Eski ismi Şaş olan Taşkent'te ilk durağımız en çok ziyaretçi çeken "Hazreti İmam" Külliyesi. İsmini 10. Yüzyılda Taşkent’te yaşayan ve "Hazreti İmam" lakabıyla anılan, din alimi Ebu Bekir Kaffal eş-Şaşi'den alan külliye, bünyesinde Keffal Şaşi'nin türbesi, Barakhan ve Muyi Mübarek medreseleri, Tilla Şeyh ve Hazreti İmam camilerinin yanı sıra Özbekistan Müslümanları Dini İdaresi ve İmam Buhari Taşkent İslam Enstitüsünü de bulunduruyor. Burada rehberin anlatımlarını dinledikten sonra Kompleksin karşısında yer alan ve Hz. Osman’ın el yazması, dünyadaki en eski 2-3 Kuran’dan birinin saklandığı Eski Eserler Müzesi'ne geçtik. İçeride Hz. Osman’a ait olan Kuran-ı Kerimin yanı sıra 1000 yıllık birçok Kuran ve diğer fıkıh kitapları saklanıyor. Müze ziyaretinden sonra Taşkent’in ünlü pazarı Chorsu Pazarına gittik. Burada her şeyi bulmak mümkün. Özellikle kuru meyveleri çok meşhur. Pazarın giriş kısmında sağlı sollu meyve tezgâhları var ki üzerindeki meyveler her biri ye beni diyor. Şeftaliler çok güzel. Herkes pazara dağıldı. Ben de biraz kuru kayısı ve birkaç çeşit çerez aldıktan sonra dolandım. Alt katta genellikle et ve tavuk mamulleri satılıyor. Dışarıya çıkıp bir bankın üzerine oturup beklemeye başladım.
Az sonra herkes ellerinde çantalar ile birlikte yaptıkları alışverişlerle geldiler. Aslında planımıza göre, buradan yürüyerek meşhur Özbek ekmeklerini yapan fırınlara gidecektik ama bu kadar yük ile insanları oraya yürütmek akıllı işi olmaz. Otobüs zaten giremiyor. Bu durumda fırınları es geçmeye karar verip otobüsü çağırdık. Cuma namazını bayanlar kılamadığı için tekrar Hz. İmam Camisine geldik ve serbest zaman verdik. Caminin önünde bir köylü ile hanımı bir kazanın içinde ayran ve Taze nar suyu sıkıp satıyor. Biz de yanına gittik. Ayran kazanının için de yok yok. Bütün elmalar, salatalık, şeftali, maydanoz. Bir anlam veremedim ama o kadar da hijyenik görünmüyor. Gruptan Köksal Bey birkaç kişiye nar suyu ısmarladı. Bizi gören grup üyeleri yanımıza gelmeye başlayınca nar suyu satışları da arttı. Toplanma saatimiz yaklaştığı için adamcağıza ben de yardım ettim. Narların bazılarının içi bozulmuş ama tadı güzel. Sonunda 2 kasa nar bitti. Adam çok mutlu oldu. Oradan ayrılarak Otobüs ile Timur meydanına geçtik. Emir Timur Meydanı olarak bilinen bu meydanın tarihi 1882 yılına kadar dayanmakta. Farklı dönemlerde meydan da isim değiştirmiş ve her dönemin önemli insanlarının isimleri verilmiş. Sovyetler yıkılmadan önce meydanın ismi Stalin Meydanı olarak biliniyormuş. Özbekistan Özgürlüğüne kavuştuktan sonra 1994 yılında meydanın adı Emir Timur Meydanı olarak değiştirilmiş. Orta Çağ’ın büyük hükümdarlarından olan Emir Timur ‘un onuruna meydanın ortasına görkemli bir anıt yerleştirilmiş ki bana göre bu meydana en çok yakışan isim. Timur heybetli atının üzerinde savaş kostümü ile asil bir şekilde ileriye bakıyor. Rehberimiz burada tekrar Timur ile ilgili bir anlatım yaparak onun iddiaların tersine Mongol değil, öz be öz türk olduğunu birkaç örnek ile vurguladı. Meydanın hemen karşısında devasa büyüklükte 5 yıldızlı Özbekistan Oteli yer alıyor.
Daha sonra diğer büyük meydan olan Bağımsızlık meydanı istikametine doğru yürüyüp Brodvey Caddesine geldik. Parkın içinden geçerken pişi yapan büfelere geldik. Burada da İsmail bey hayrına tüm gruba pişi ısmarladı. Pişiler çok kıvamında ve lezzetliydi. Biraz ilerledikten sonra çay kahve içmek için güzel bir kafeye oturduk. Kahvelerimizi içip dinlendikten sonra Metro istasyonuna girdik. Açıkçası otobüste Yorqin metro ile gezmeyi treklif edince içimden metroda yerin altında ne işimiz var diye kendi kendime söylenmiştim ama kimseden ses çıkmayınca bir şey dememiştim. Ve iyiki engel olmamışım. Çünkü hayatımda gördüğüm en güzel, en ferah metro ile karşılaştım. Öyle ki her istasyon farklı bir mimari ile yapılmış, tavanların ve duvarların işlemesi, yukarıdan sarkan avizeler adeta bir sarayı andırıyor. Ruslar her ne amaç için yapmış olurlarsa olsunlar bence Taşkent’e kazandırdıkları büyük bir değer. Rehberin söylediğine göre Özbekler aynı şekilde metroyu genişletmeye devam ediyorlar.
Metro gezimizin ardından özgürlük meydanına çıktık. Diğer meydanlarda olduğu gibi bu meydan da çok geniş. Bu meydanın adı da bağımsızlıktan önce Lenin ve Karl Marx meydanı olarak anılıyormuş hatta meydanda bulunan yüksek sütunların üzerinde Lenin heykeli varmış. Bağımsızlıktan sonra Lenin heykeli indirilip 3 tane Leylek heykeli konulmuş. Leylekler, Özbekler için kutsal sembol olarak kabul edilmekte. Meydanın ismi de Bağımsızlık anlamına gelen Mustakillik meydanı konulmuş. Sütunlara doğru giden geniş yolun sağ ve sol taraflarında sular fışkırıyor ve rengarenk çiçekler insanın ruhunu rahatlatıyor.
Özgürlük anıtından sonra son durağımız, ‘‘Ağlayan Ana‘‘ olarak adlandırılan anıtın önüne geldik. Bu en etkileyici taş heykelin hemen önünde sürekli yanan bir ateş bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı'nda beş oğlunu kaybeden cesur bir Özbek Annenin gerçek hikayesi ki, rehberin anlattıklarına göre 2. Dünya Savaşında Ruslar Türk milletlerinden neredeyse 3 milyona yakın genci Almanlara karşı cepheye sürmüşler ve bunların çoğu geri dönememiş. Anne’nin hemen yanında duvara yazılan yazı yürekleri burkuyor. ‘Sen Doim Qalbimizdasan Jigarım’ yani, ‘sen hep kalbimizde yaşıyorsun ciğerim’ .Heykel dahi olsa bu Anneye bakıp hüzünlenmemek elde değil. Ve rehber Yorqin son sözlerini söyledikten sonra turumuzun burada bittiğini söyledi. Yüksek bir yere çıkarak misafirleri yanımda toplayıp kısaca turun değerlendirmesini yaptım ve rehbere bende teşekkür ettim. Gerçekten çok güzel bir tur oldu ve ben başarılı olarak bittiği için hem çok mutluyum hem de hüzünlü. Üzerimde büyük bir yük kalkmışçasına grubun arkasından otobüse yürürken eşimle göz göze geldik. Onun da oldukça rahatladığı belliydi.
Son akşam yemeğimizi yemek üzere İbroxim Bek restorana geldik. Bugün masamızın daha özenle hazırlanması için sabahtan talimat vermiştik. Hakikaten de çok güzel hazırlık yapmışlar. Herkesin oturabileceği uzun masamızın üzerine 4-5 yere karışık etlerin bulunduğu büyük tabaklar, salatalar, benim çok sevdiğim patlıcan vs. Herkes için yeterince yer yapılmış olmasına rağmen yine yer konusunda küçük bir huzursuzluk yaşanması moralimi çok bozdu. İnsanlar boş olan yere oturmasını neden bilmezler anlamış değilim. Bir gün de farklı bir kişinin yanına oturup masayı paylaşmak bu kadar mı zor acaba. Neyse ki herkesi masaya oturttuk. Yemek harikaydı, herkes çok memnun oldu. Yemekten sonra çaylarımızı da içtikten sonra alt kata inerken yine eğlenceye rastladık. Çok güzel hareketli oyun havaları çalıyor. Bayanlardan birkaç kişi ve Köksal Bey biraz oynadılar. Daha sonra ayrılarak otele döndük.
Sabah ilk grup çok erken çıkacağımız için diğer grup ile vedalaşmamız gerekiyordu. Turların sonunda en kötüsü de vedalaşma faslı. Bazıları ağlamaktan kendini alamadı. Ben de çok hüzünlendim. Aynı zamanda insanların bu dostlukları kurmasına vesile olmak paradan çok daha huzur veriyor insana.
Vedalaştıktan sonra odamıza çıkarak eşyalarımızı valizlere yerleştirip hazırlandık.
14 Eylül 2024
Sabah saat 05“te uyandım. Düne göre az daha iyiyim. Eşime de seslendim. Valizleri alıp aşağıya indik. Yorqin gelmiş lobide bekliyordu. Az sonra mutfaktan yol için hazırlamış oldukları kahvaltılıkları getirdiler. Her birimiz için ayrı ambalaj yapmışlardı. Herkes indikten sonra eşyalarımızı otobüse yükledik ve havaalanına doğru hareket ettik. Neredeyse 1 yıla yakın süredir plan yapıp günlerini saydığımız Özbekistan turu sona eriyordu. Havalimanı girişinde devasa büyüklükteki Özbekistan bayrağı sabah hafif esen rüzgâr ile dalgalanıyor, adeta bize güle güle diye el sallıyordu….
Özbekistan’ı özellikle Semerkant ve Buhara şehirleri için çok merak ediyordum. Ancak gezip gördükten sonra beklentimin çok daha üzerinde bir ülke ile karşılaştım. Neredeyse tüm şehirler son derece ferah, geniş caddelerle kaplı. Bunun yanında gördüğüm en temiz ülkelerden birisi. Sokaklarda tek bir sigara izmaritine bile rastlamak mümkün değil. Tarihi yapılar çok yüksek ve görkemli. Ön cepheleri çok güzel, mavi ve türkis renkli çinilerle kaplanmış.
Özbekler çok cana yakın ve dürüst insanlar. Gezdiğimiz süre boyunca hiçbir olumsuzluk ile karşılaşmadık. En küçük bir sataşma, ukalalık görmedik. Esnaf yabancıya malını satmak için rahatsız edecek derecede sakız gibi yapışmıyor. Kısacası asaletli insanlar. Gözlemlediğim kadarıyla, kişi başına düşen milli gelir 300-400 Dolar civarında olmasına rağmen insanlar sahip olduklarıyla yetiniyor ve mutlu olmasını biliyorlar. Aç gözlülük yok. Yine başka bir izlenimim inanç konusu. Hepsi inançlı insanlar ama sanki İslamiyet’i bizden daha farklı yaşıyorlar. İslamiyet Orta Asya’ya Anadolu’dan daha önce gitmiş olmasına rağmen Anadolu’daki gibi Arap hayranlığı yok.
Bu gezi şahsen bana çok şey kazandırdı. Orta Asya’yı ve orada yaşayan soydaşlarımız hakkında çok araştırmalar yapıp okumuştum ama boşuna dememişler, çok okuyan değil, çok gezen bilir. Gerçekten de bunu bir kez daha anladım.
Ahmet Okan
Eylül 2024