GÖÇEBE İLE BÜYÜK BİR MEDENİYETİN İZİNDE…
ENDÜLÜS ANILARI
12 Nisan sabahı saat 6’da gruptaki misafirlerimizden Aliye hanımı alarak Frankfurt havalimanına doğru yola koyulduk. Saat 6:45’te Havalimanı’nın hemen bitişiğindeki otoparka arabamı park ederek, Lufthansa Hava Yolları’nın şalterlerine geldik. Bizden daha önce gelen yoktu. Otomatik sistemi kullanarak, hiçbir yardıma gerek kalmadan valizlerimizi verdik ve hemen şalterlerin karşısında bulunan Kafe’ye geçerken Münih’ten uçacak olan 10 kişilik gruptan da herkesin havalimanına ulaştığına dair mesaj telefonuma ulaştı. Üzerimden sanki büyük bir yük kalkmış gibiydi.
Son dönemlerde gerçekleşen aralıklı grevlerden dolayı birkaç haftadır son derece huzursuz ve sürekli diken üzerindeydim. Çünkü grevlerin çoğu hep Lufthansa personeli tarafından yapılıyordu. Neyse ki turumuza bir hafta kala sendika ile anlaşma sağlanarak grev konusu masadan kalktı ve ben de derin bir nefes alabildim.
Aliye hanım ile kahvelerimizi aldık oturduk. Karşıdan sevgili Dr. Hüseyin Kurt ve eşi Ayşe Hanım göründüler. Her zaman olduğu gibi dakiktiler. Bir taraftan sohbete devam ederken, diğer taraftan da gelen misafirleri listeden işaretleyip valizlerini vermeleri için bagaj otomatiklerine yönlendirdim.
Ramazan Bayramı’nın üçüncü günü olduğu için gelenlerle bayramlaştık. Grupta en az 15 kişi bizimle ilk defa tura katılıyor. Telefonda defalarca konuştuk ama yüz yüze ilk defa görüşüyoruz. Yaptığım bu iş zor olmakla birlikte, çok zevkli ve enteresan bir iş. Mesela tura ilk defa katılacak olan kişi ile mesaj veya telefonlaşma yolu ile görüşüyorsun ve kafanda o kişi hakkında ister istemez bir karakter oluşuyor. Yüz yüze ilk defa görüşüp biraz konuştuktan sonra ise kafanda canlandırdığın karakter ile uyuşup uyuşmadığını karşılaştırıyorsun. Ve bir insan için büyük bir hayat tecrübesi bu.
Grup üyeleri iki kişi dışında hepsi Havalimanına ulaştı. Hülya hanım ve arkadaşı Fatma Hanım henüz yok. Arayayım mı diye kafamdan geçirirken telefonum çaldı. Hülya hanım küçük bir kaza geçirdiklerini ve biraz gecikeceklerini söyledi. Çok şükür kendilerinde bir şey yok, sadece araçta biraz hasar var. Onlar da geldikten sonra grubu el bagajı kontrol noktasına doğru yönlendirdim. Ben ise en sona kaldım. Sağ olsun Cemal abi beni bekledi, hatta yanımda ikinci çanta olarak taşıdığım dinleme cihazlarını da aldı. Tüm kontrollerden geçtik. Zaten Avrupa birliği içinde bir uçuş olduğu için Pasaport kontrolü yok. Hızlı bir şekilde işlemleri tamamlayarak bekleme salonuna geldik.
Salonda beklerken zamanı değerlendirip Endülüs bölgesinde grubu gezdirecek olan otobüs için koltuk kuralarını çektirdim. Sosyal medya hesabımızda tur ile ilgili birkaç paylaşım yaptım. Daha sonra Lufthansa Hava Yollarına ait LH1112 uçuş numaralı uçağa geçtik ve gecikme olmaksızın havalandık. Hava açık ve güneşli. Altımızda bembeyaz karlarla kaplı Fransa Alpleri ve aralarında yer alan göller muhteşem bir görsel sunuyor.
Uçağımız planlanan zamandan 10 dakika önce, saat 12:05’te Madrid Havalimanı’na iniş yaptı. Valizlerimiz de sandığımızdan daha çabuk geldi. Rehberimiz Aynur Hanım, çıkış kapısında elinde tuttuğu A4 büyüklüğünde bir kâğıda basılmış Göçebe logosu ile bizleri bekliyordu. Münih grubu bizden önce inmiş, onları bir Kafe’ye oturtmuştu. Hep birlikte otobüse yürüdük. Kaptan 50 kişi ve ellerimizdeki valizleri görünce suratının şekli değişti aniden. Bir taraftan valizleri otobüsün bagajına yerleştirirken, diğer taraftan da kendisine doğru gelen valizleri hoşnutsuz bir bakışla seyrediyordu. Gelişi güzel valizleri yerleştirdiği için çok sayıda valiz dışarıda kaldı. Kendim dışarıda kalan valizleri yerleştirmeye yardım ettim ve bir şekilde sığdırdık hatta boş yer bile kaldı. Otobüs koltuklarını kura ile çektiğimiz için hiçbir kargaşa çıkmadan herkes yerine oturdu ve Madrid şehir merkezine doğru hareket ederken mikrofondan tur kurallarımız hakkında herkesi bilgilendirdim.
Madrid, 16. Yüzyıldan bu yana başkent olmasının verdiği bir asalet ve zenginliğe sahip. Otobüs ile yaptığımız panoramik şehir turunda bunu hemen görebiliyorsunuz. Panoramik şehir turumuzda ilk olarak Las Ventas semtinde bulunan Boğa güreşi arenası, Plaza de Toros’a uğradık. 1900’lü yılların başında yapılmış ve hala hazırda kullanılan görkemli bir yapı.
Madrid, yeşilin bol olduğu, geniş bulvarları olan ferah bir şehir. En az 3, 4 büyük tarihi meydana, Botanik bahçelere ve parklara sahip. Şehrin içinde akan Manzanares nehri ve etrafını çevreleyen dağlık coğrafya sayesinde suyu bol olan bir şehir.
Şehir turumuzdan sonra kraliyet sarayının yakınlarında bir otoparkta indikten sonra dinleme cihazlarımızı takarak şehir meydanlarına doğru yürümeye başladık. Aynur hanım, tecrübesi ve akıcı konuşması ile bizlere şehri anlatarak birkaç meydandan geçirip Calle Mayor meydanında getirdi ve serbest zaman verdik. 2,5 saatlik serbest zaman esnasında acıkmış olan misafirlerimiz yemek yediler. Meydanda bulunan Kafelerde kahvelerini içtiler. Daha sonra otobüse geçerek 4 yıldızlı Serc Otel’e geldik. Otel temiz, ancak çok büyük olduğu için özellikle restoranlarını bulmak biraz zor oldu.
13 Nisan 2024
Sabah saat 7’de kahvaltı salonuna indim. O kadar zengin bir kahvaltı olmamakla birlikte özellikle atıştırmalık çörekler oldukça güzeldi. Tek kahve makinesi koydukları için makinenin başında oluşan kuyruk sinir bozucu. Görevlilere ikinci bir makine veya termos koymalarını rica ettik. Akdeniz insanının sahip olduğu rahatlıktan dolayı getirmeleri uzun sürdü. Getirdiler ama kahvaltı bitmek üzere. Saat 9’da otelden şehir merkezine hareket ettik. Güneş pırıl pırıl, harika bir hava var. Sarayın yakınlarında otobüsten inerek bahçesine doğru ilerledik. Sarayın konumu Madrid’e hâkim bir tepede. Şehir tarafından bakıldığında bu konumu fark etmek mümkün değil, ancak arkaya dolandığınızda geniş bir vadi karşınıza çıkıyor. Güzel bir gezintiden sonra tekrar şehir içine inerek kahve için serbest zaman verdik. Gruptan bir gün sonra geziye katılacak olan eşim de saat 12:15’te inerek bize katıldı. Saat 13:45’te Madrid’e 70 km mesafede bulunan Toledo şehrine doğru hareket ettik.
Toledo, İber yarımadasının, ilk sahipleri Vizigotlar ve Müslüman Emevîler döneminde başkentlik yapmış bir şehir. Etrafını saran nehir aynı zamanda doğal bir koruma duvarı gibi. Tamamı Unesco tarafından koruma altına alınmış ve bunu fazlasıyla hakkediyor. Nehrin karşı yakasında bir fotoğraf noktasında durup otobüsten indik. Şehirdeki tarihi yapıların tamamı krem rengi tonunda ve baktıkça insana huzur veriyor. Fotoğraflarımızı çektikten sonra merkeze doğru hareket ettik. Otobüsten indiğimiz noktadan oldukça yüksekte kalan şehir merkezine çıkmak için en az 500 basamak merdiven çıkıyorsunuz, tabi yürüyen merdivenler. Toledo sokaklarında dolaşırken gözünüze en çok takılan Kılıç ve Bıçak dükkanları. Ayrıca acı bademli kurabiye ve lokumlar da bolca var. İlk çağlardan beri ordunun kılıç ihtiyacını büyük ölçüde Toledo karşılıyormuş. Birkaç dükkâna girip baktım. Gerçekten kaliteli kılıç ve bıçaklar var. Hemen Almanya’nı Solingen şehri aklıma geldi. Solingen de ordunun kılıç ihtiyacını karşılayan bir şehirmiş. Toledo’da verdiğimiz serbest zaman sonrası saat 18’de toplanarak Madrid’deki otelimize doğru hareket ettik. Akşam yemeğimizde Bal Kabağı Çorbası, Tavuk pirzola ve Patates kızartması var. Tatlı olarak peynirli, pasta.
14 Nisan 2024
Saat 7’de herkesten önce kahvaltı salonuna indim. Bir gün önceki uyarılarımıza rağmen masaların üzerine kahve termosları yine hazırlanmamış. İkinci kahve makinesi getirmişler ama yine de kahve sırasını azaltmaya yetmedi. Büfedeki sağanda yumurta buz gibi soğuktu. Muhtemelen akşamdan ya da sabah çok erken saatte yapılmıştı. Soğuduğu için doğal olarak hoş olmayan bir kokusu vardı. Güzel bir otel olmasına rağmen kahvaltı konusunda sınıfta kaldı.
Saat 8’de Sevilla istikametine doğru yola koyulduk. Madrid ile Sevilla arası 450 km. Son haftalarda bol yağan yağmurun etkisi ile doğa adeta coşmuş. Yol boyunca sağlı sollu zeytin tarlaları, bademlikler, bağlar, insana büyük bir huzur veriyor. Zaman zaman karşımıza çıkan sapsarı koza tarlaları, beyaz papatya öbekleri ve kan kırmızısı renginde etrafta açmış gelincikleri seyretmek bile bu geziye katılmaya değerdi. Uçsuz bucaksız Endülüs coğrafyasında ara ara tepelerin üzerine yerleştirilmiş devasa İspanyol boğaları ve Don Kişot figürleri insana ister istemez İspanya’da olduğunu hatırlatıyor.
Böylesine güzel bir doğa manzarasında 3 saatin geçtiğini hiç anlamadan Cordoba’ya 100 km mesafedeki bir dinlenme tesisinde mola verdik. İhtiyaçlarımızı görüp kahvelerimizi içtik. Dinlenme tesisinde en az 7,8 çeşit zeytin yağını küçük tabaklara koymuşlar ve yanlarına da minik olarak kesilmiş ekmek parçacıkları bırakmışlar. Gelen yolcular kürdanları ekmeğe batırıp yağların tadına bakabiliyor. Molanın ardından Cordoba’ya hareket ettik. Endülüs Emevî Devleti’nin başkentliğini yapmış bu kadim şehrin içinden akan Río Guadalquivir nehrinin karşı yakasında otobüsten indik. Nehrin iki yakasını birleştiren tarihi Taş köprü biraz Prag’daki ünlü Carl köprüsünü hatırlatıyor. Köprüden yürüyerek geçip şehrin kapısından içeriye girdik. Cordoba Camii avlusunda yerel rehberimizle buluşarak giriş biletlerimizi aldık. Pazar günü olduğu için içeride Pazar ayini var. Çünkü burası Emevî devleti yıkıldıktan sonra Kilise ’ye çevrilmiş bir yapı. Saat 15’e kadar Cordoba’nın dar sokaklarında dolaştık. Atıştırmalık bir şeyler yedik. Saat 15’te sıramız gelince Camii’ ye girdik. 45 dakika süren gezimiz esnasında bu yapının hüzünlü tarihini Aynur hanımdan dinledik. Daha sonra 1,5 saat daha misafirlere serbest zaman verdik. Sevilla’daki otelimize ulaştığımızda saat 19’u gösteriyordu.
15 Nisan 2024
İllunion Alcora, 4 yıldızlı güzel bir otel. Odalar oldukça geniş ve rahat. Kahvaltısı Madrid otelinden daha iyi. Tek olumsuz yanı şehir merkezine 22 km. olması ama zaten grup bütün gün gezdiği için akşam tekrar dışarıya çıkacak enerji kalmıyor. Saat 7’de kahvaltıya indim. Gruptan sadece 2,3 kişi inmişti. Arkadan diğerleri de gelmeye başladı. Saat 9’da şehir merkezine doğru hareket ettik. Rehberimiz Aynur Hanım yolda giderken Sevilla ile ilgili önemli bilgiler verdi. İlk olarak 1788’den 1808’e kadar İspanya Kraliçesi olan Maria Luisa’nın sarayının bulunduğu parka geldik. 9 kız çocuğu olan Maria Luisa, 7 çocuğunu kendisi sağken toprağa vermenin büyük acısını yaşamış ve dünya malının bir hiç olduğunun farkına vararak bu parkı Sevilla halkının kullanması için hibe etmiş. Parkta geziyoruz.
Bugün hava muhteşem. Her tarafta rengarenk çiçek açmış ağaçlar etrafa güzel kokular saçarken, kuşlar cıvıl cıvıl sohbet ediyor. İnsanı büyüleyen bu manzarada yürüyüşümüze devam ederek Maria Luisa parkının içinde yer alan ünlü İspanyol meydanına geldik. Bu meydan 1924-1929 yılları arasında İber-Amerikan exposu için yapılmış bir yapı. İspanya’nın en önemli mimari yapılarından biri. Gerçekten de karşıdan baktığınızda sanki 16 yüzyıldan kalma gibi asaletli duruyor. Burada güzel zaman geçirdik. Saat 11’de meydanın arkasında bekleyen otobüsümüze binerek Kristof Kolomb heykeline geldik. Heykelin önünde Aynur Hanım Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfettiği seferin öncesini özet olarak anlattı. Daha sonra dünyada Gotik mimarisi ile yapılmış en büyük Katedral olan Sevilla Katedraline gittik. Kristof Kolomb’un kemiklerinden 200 gramının burada saklandığını da öğrendik. Başka bir ilginç yanı ise, bu kilisenin çan kulesinin Emevîler döneminde yapılmış olan Hiralda minaresi olması. Bu minare Emevîlerden sonra çan kulesine dönüştürülmüş.
Katedralin hemen yanından kalkan Faytonlar ile 45 dakikalık bir Fayton tur yaptık. Sevilla’da Nisan ayı ortasına denk gelen festivalden dolayı çok şanslıyız. Faytonlar özel olarak süslenmiş. Atların takımları ayrı bir güzel. Sokaklarda gördüğümüz insanların neredeyse tamamı özel kıyafetler giymiş. Fayton turundan sonra serbest zaman verdik. Biraz dolaştıktan sonra bir restorana oturduk. Restoranlardaki masalar oldukça küçük ve sık olarak yerleştirilmiş. Ne kadar çok insan oturursa restoran sahipleri için o kadar iyi. İspanya denince yemek olarak akla ilk gelen Tapas olur. Ben Tapas’ı, örneğin bizim lahmacun veya herhangi bir yemek gibi çeşit sanırdım. Aynur hanım bu konuya da açıklık getirdi. Tapas, İspanyol mutfağının en meşhur lezzetlerinden biri. Ancak tek ve özel bir tarifi yok, aslında birçok farklı malzemeyle hazırlanabilen atıştırmalıkların genel adı.
5 kişi oturduğumuz masamıza Karides,Mürekkep balığı, Boğa kuyruğu ve patates kızartması söyledik. Bu arada İspanya’da en çok ilgi gören yemeklerin başında Boğa kuyruğu olduğunu da öğrendim ve gerçekten de bunu hak ediyor. Yemekten sonra grubumuzdan Mehmet ile birlikte Nehir kenarında dolaştık. Saat 18’de herkes buluşma noktasında toplandı. Saat 19’da katılacağımız Flamenko dansları gösterisine gitmek üzere yola çıktık. Festival dolayısı ile Sevilla’da bugün Boğa güreşleri var. Arena’nı etrafı ana baba günü. Bir anda trafikten çıkamayacağımızı sandım ama dans gösterisine zamanında yetiştik. Flamenko danslarını seyrettik. Tamamen ayakları kullanarak yapılan bir dans. Oldukça zor bir dans türü.
1,5 saat sürdü. Daha sonra otele geldik. Saat 21:30’da akşam yemeği için restorana indik. Menüde; patatesli börek ve salata, hafif sulu pirinç pilavı ve sütlaca benzer bir tür tatlı var.
16 Nisan 2024
Sabah saat 8:30’da otelden hareket ettik. Ronda’ya geldiğimizde saat 10:45’ti. Otobüs parkında bulunan tuvaletleri kullandık. Daha sonra yürüyerek dünyanın ilk Boğa güreşi arenası olma özelliğine sahip tarihi arenayı gördükten sonra yürüyerek Ronda köprüsünün üzerine geldik. Bu köprü Ernest Hemingway’in ‘‘Çanlar kimin için çalıyor‘‘ isimli romanına konu olan köprü. Ve konum itibarı ile son derece gizemli bir köprü. Burada fotoğraf çektikten sonra serbest zaman verdik. Grubun çoğunluğu Ronda sokaklarını keşfetmeye çalışırken bayanlardan önemli bir bölümü her zaman olduğu gibi alışveriş peşine koştu. Saat 13:30’da buluşarak otobüse yürüdük. 14’te Ronda’dan hareket ettik. Avrupa’nın en uç noktası Tarifa’ya doğru yol alırken geçtiğimiz coğrafya büyüleyici. Saat 15’te Tarifa limanına indik. Karşımızda Afrika kıtası çok net olarak görünüyor. Hava güneşli ve sis oranı neredeyse sıfır. Akdeniz ve Atlas Okyanusu’nun birleştiği yerde fotoğraflar çektik. Çok kişi hem Atlas Okyanusu hem de Akdeniz’e ayaklarını soktu. Anlatılması imkânsız güzel anlardı. Saat 16’ da Granada’ya doğru yola koyulduk. Malaga’ya kadar olan yolculukta sol tarafımız dağ, sağ tarafımız ise Akdeniz manzarası. Muhteşem…
Saat 21’de Granada’nın şehir merkezinde bulunan Leonardo otele geldik. Hemen yemek için restorana geçtik. Akşam yemeğinde güzel bir kabak çorbası vardı. Sebzeli lasagne de güzeldi. Ekmek tatlısı bazılarının hoşuna gitmedi. Sonradan bir kişinin tatlısında bir saç çıktığını öğrendim. Yemekten sonra gruplar halinde dışarıya çıktık. Bir kafede arkadaşlarla oturduk. Yan masada İngiliz mi yoka Fransız mı olduklarını çıkaramadığımız yaşlı bir grup, adeta konser verdiler. Biz de kendilerini alkışladık. Daha sonra otele döndük.
17 Nisan 2024
Sabah 7:15’te kahvaltımızı yaparak 8:15’te otelden ayrıldık. Bugünkü rotamız, dünyanın en çok turist ağırlayan saraylarından El Hambra sarayı. Saraya girmek için aylar öncesinden bilet almak gerekiyor. Küçük bir organize hatası grubun saraya girememesine sebep olabilir. Sarayın parkına girdiğimizde grubu ikiye böldük, çünkü 25 kişiden fazla gruplar kabul edilmiyor. Bir grubu Aynur Hanım alırken, diğer grubu da Rehber Ali Osman aldı. Saray, sırtını Sierra Nevada dağlarına yaslamış muhteşem bir konumda. Zamanında 5000 kişinin yaşadığı devasa bir yapı. Dışarıdan bakıldığında o kadar gösterişli olmamakla birlikte içerisi son derece büyüleyici. Sarayın içini gezdikten sonra yazlık bölümüne geçtik, bahçelerinde dolaştık. Girdiğimiz yerde toplanarak otobüse geçip sarayın karşı yakasında kalan Arap mahallesi olarak bilinen yere gittik. Burası Granada şehrine kuşbakışı bir konumda. Arap falan yaşamıyor şu anda. Sadece ismi kalmış. Burada 2 gitarist küçük bir konser verdi. Hep birlikte dinleyip alkışladık, bahşiş verdik. Dar sokaklardan Granada meydanına doğru yürümeye başladık. Kitapların yakıldığı ünlü meydanda turumuzu tamamlayarak serbest zaman verdik. Akşam saat 20’de otelde yemekte toplandık. Birçoğu çarşıda kaldığı için yemeğe gelmedi. Yemekten sonra da çok kişi şehir merkezine indi.
18 Nisan 2024.
14. katta bulunan restorana çıktığımda sadece birkaç kişi vardı ve ilk defa kahve makinesini bu kadar boş gördüm. Önce kendime bir kahve aldım. Tavada pişmiş yumurtalar taze ve henüz dumanı tütüyordu. 1 gün önce Granada’dan aldığım büyük domateslerden birini kestim, üzerine de bolca zeytin yağı döktüm. Kahvaltımı herkesten önce yapıp lobiye indim. Birkaç gün öncesinde 2025 yılı Fas tur için yaptığım afişte Marrakeş şehrinin yazmadığına dair uyarı almıştım. Afişi düzeltip yeniden sosyal medyada paylaştım. Herkes otelin önüne inmiş, hazır olarak bekliyordu. Grup gerçekten çok dakik ve disiplinli. Tur boyunca sadece 2 kişi birer dakika gecikmişlerdi. Kaptan valizleri büyük bir hızla yükledi. Ve saat 9’da son durağımız olan Malaga ’ya doğru hareket ettik. Herkesin içinde biraz hüzün olmakla beraber, Malaga’da geçirecek olduğumuz zaman bu hüznü az da olsa unutturuyordu.
Granada’dan ayrıldıktan sonra mikrofonu alarak turun genel bir değerlendirmesini yaptım. Herkes ile vedalaştık. Gerçekten duygulanmamak elde değil. Her turun sonunda bu hüznü yaşamak çok tuhaf. Sözlerimi bitirdikten sonra Dr. Hüseyin Kurt öne gelerek mikrofon istedi. Gür sesi ve kendine özgü üslubu ile o da bir konuşma yaptı. Rehber Aynur Hanım ve kaptana teşekkür etti. Aralarında topladıkları bahşişi grup adına takdim etti. Daha sonra misafirlerimizden İlknur Hanım geldi. Aynı şekilde turdan duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Malaga’ya geldiğimizde saat 11’di. Tam şehre girerken misafirlerden böbrek rahatsızlığı olan bir bayanın acil ihtiyacı olduğunu öğrendik. Önümüze gelen bir otobüs durağında kaptan durdu ve hemen bir Kafe’ye girdik. Bayanın yanında gelen eşim kasaya durumu anlattı ama sadece müşterilerin girebileceğini söyleyince ben bir kahve ısmarladım ki tuvaleti kullanabilsinler. Bayan çıkınca çok dua etti. Uzun süre önce 1990 yılında İstanbul Yeşilköy Havalimanında aynı şekilde sıkıştığım aklıma geldi. Çok zor bir durum. O yüzden bayanı gayet iyi anlıyordum.
Malaga’nın kordon boyunda grubu indirdik ve 1 saat kahve molası verdik. Aynur hanım ve Mehmet ile bir kafeye oturup kahve içtik. O anda eşim aradı ve ileride çok güzel bir butik, içinde hoşuma gidebilecek gömlekler olduğunu söyledi. O tarafa doğru yürüdüm, gömlekler gerçekten de güzeldi 2 tane aldım. Sat 13’te grubu toplayarak Malaga’nın tarihi sokaklarında yürüyüşe geçtik. Şehir muazzam. Deniz kenarında olmasının verdiği büyük bir avantaj var, her taraf turist dolu. Restoranları çok güzel ve yemekler kaliteli. Picasso müzesinin yanından geçerek meydanda saat 14:45’te buluşmak üzere dağıldık. Sabah kahvaltıyı erken yaptığım için oldukça acıktım. Biraz dolanıp bir et restoranının önüne geldik. Restoranın içinde büyük bir siyah boğa maketi var. Gerçek bir boğanın derisi doldurularak yapılmış. Ortaya 4 kişilik karışık biftek ısmarladık. Garson 60 yaşlarında, işini iyi bilen sevimli bir İspanyol’du. Güler yüzle karşıladı bizleri. Meze olarak basit şekilde 5,6 parçaya bölünmüş iri bir domates ve yeşil zeytin getirdi. Bir müddet sonra büyük bir tepside etler geldi. Hakikaten tabağı görür görmez doğru mekânda olduğumuzu anladım. Tatları harikaydı. Yemekten sonra buluşma noktasına doğru yürüdük. Birkaç kişi ile tur hakkında söyleşiler yaptım. Otobüse yürüyerek Malaga ’da kalacak olan 5 misafirimizi indirdik. Aynur hanım taksi durağını arayarak 2 taksi istedi ve beklemeye başladık. Gitmemiz için ısrar edince kendileri ile vedalaşarak ayrıldık.
Havalimanına geldiğimizde kaptan valizlerimizi hızlı şekilde boşalttı. Kendisiyle vedalaştık. Çok sıcak kanlı, güler yüzlü ve iyi bir kaptandı. Aynur Hanım’la da herkes vedalaştı ve içeri girdik. Münih’e uçacak arkadaşlar ile de vedalaştık. Çok güzel ve hiçbir olumsuzluğun yaşanmadığı bir tur oldu. Kahvemi alıp oturdum. Başarılı bir turu bitirmiş olmaktan dolayı mutlu olmakla beraber, tuhaf bir hüzün de var içimde….